Yükleniyor...

Tatillerimiz planlı ancak maceralara da açık

12 Eylül 2025

En unutulmaz seyahatlerinin Roma ve Vatikan olduğunu söyleyen Seda Atıcı Sineoğlu, oraları çocuklarıyla tekrar keşfetmek istediğini dile getiriyor. Kalabalık seyahatleri çok sevdiğini belirten Sineoğlu, tatillerinde planlı ve aynı zamanda spontane hareket ettiklerini, maceralara da alan açtıklarını söylüyor. Seda hanım seyahatlerle ilgili sorularımıza oldukça renkli cevaplar verdi, gelin hep birlikte göz atalım.

‘Tatil’ artık bir yuva uzantısı gibi

 

Unutulmaz seyahatler genelde sadece bir yer değil; bir his, bir bağ, bazen de içsel bir fark edişle oluşuyor. Bugün size vereceğim cevaplar, bundan 7-8 yıl önce sorulmuş olsaydı bambaşka cevaplarla şekil alacakken bugün 3 çocuk annesi olarak tatil kavramımdaki köklü değişiklikleri fark ederek bir “Anne gözünden” cevaplamaya çalışacağım.

 

Tatil; özgürlük, yeni yerler görme, adrenalin, macera ve belki de kendimi unutturacak bir kaçıştı benim gözümde. Yorulmadan saatlerce yürümek, plansızca kaybolmak, spontane kararlarla günü yaşamak…
Dünyayı yollarda keşfeden, enerjisini merakından alan, belki biraz yorgun ama hep coşkulu. Ama şimdilerde ise ‘Tatil’ artık bir yuva uzantısı gibi… Konfor, güven, öngörülebilirlik ve çocukların gelişimiyle örüntülü. Keşif hâlâ var ama rotası değişti;
Bir çocuğun ilk kez denize adım atması, doğada toprağa çıplak ayakla basması, bir yerel kadının verdiği zeytini eliyle uzatması...
Şimdi tatil, çocuklara dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlatmanın yolu.


 

En unutulmaz seyahatiniz nereye ve neden?

Sanırım Roma ve Vatikan gezilerim diyebilirim, hem özgürlüğün hem de hayranlığın en üst seviyelerde hissedildiği bir seyahatti. Roma’da sabahın ilk saatlerinde sokaklarda yürümek, tarihi dokuların içinde kaybolmak, her köşe başında başka bir çağla karşılaşmak, şaşırmak, hayran olmak…

 

Vatikan’a girdiğimde ise bambaşka bir atmosfer karşıladı beni. Sanat, inanç ve derinlik orada aynı anda nefes alıyordu sanki. Bugün anne olarak dönüp baktığımda ise o şehirler bambaşka bir anlam kazanıyor. Çok kez gittiğim halde Roma ve Vatikan, çocuklarımla yeniden keşfetmek istediğim yerlerin başında yer alıyor. Çünkü zamansız şehirlerin o taş sokaklarından geçerken, çocuklarımın da tarihle, sanatla ve farklı kültürlerle tanışmalarını istiyorum. Bir zamanlar sessizce yürüdüğüm meydanlarda şimdi onların kahkahalarının yankılanmasını istiyor, hayal ediyorum.

 

Bavulunuzda mutlaka yer alan üç şey nedir?  


Çocuklar için hikaye ve etkinlik kitapları/ oyuncaklar… Çocukların teknolojiden uzak kendi dünyalarında yaratıcı kalmaları, her seyahatte onların duygusal dengesi için çok önemli.


Mutlaka her duruma karşı ilaç ve ateş ölçer… Olası durumlara karşı hazırlıklı olmak, hızlı müdahale ve tatil keyfinin kaldığı yerden devam etmesi için benim acil durum butonum.


Küçük bir not defteri… Bazen içsel farkındalıklar bazen de çocukların anlattığı ilginç bir cümleyi yazarım. Bu defter seyahatin ruhsal kısmını kaydettiğim yer.


 

Yalnız seyahat mi, kalabalık mı? 


Hep kalabalık seyahatleri çok sevmişimdir; uzun sofralar, hoş sohbetler, eğlenceli aktiviteler… Şimdi çocuklarımla çıktığım yolculuklarda yöntem biraz değişti. Sesler, aktiviteler doğal bir kalabalık olma haline dönüştü. Ha bir de kalabalık tatillerde kişi başına düşen çocuk sayısı çok azalıyor, tavsiye edilir :).

 

Tatil planlarınızı spontane mi yaparsınız yoksa detaylı mı? 


Bir anne olarak belli başlı, “Konaklama, ulaşım ve temel ihtiyaçlar” gibi ana kalemleri önceden planlamak zorundayım çünkü çocuklarla çıkılan tatillerde detaylı bir çerçeve olmazsa bazen stresli olabiliyor; ama gün gün planlamak da çocukların ve anı yakalamanın doğasına biraz aykırı. Planlı, spontane diyelim biz buna, o anın ruhuyla, belirli bir çerçevede elbette.


 

Yurt dışı mı, Türkiye mi?

Çocuklarla seyahatte Türkiye’nin dokusu bambaşka… Türkiye, benim köklerim; Renkli, duygulu ve tatlarla, hikâyelerle dolu. Onlara aktaracağımız sonsuz kökleri olan bir miras. Ama içimde büyüyen bir dünya annesi ruhu da var. Türkiye içinde doğa ağırlıklı keşifler, yurt dışında ise kültürel turları ve çocuk dostu destinasyonları genellikle tercih ediyoruz.


 

Yeni bir şehri keşfederken ilk ne yaparsınız?

Sanırım tatil rutinimde tek değişmeyen şey bu soruda saklı. Çünkü bana göre bir şehri keşfetmek o şehirde kaybolmayı gerektirir. Google Maps'i kapatır, haritayı katlayıp kaldırırım. Sonra çocuk arabasını ya da elde valizleri alıp sokaklarda biraz kaybolurum. Bir şehir, planla değil sezgiyle tanınır. Kalbimin çektiği yere giderim. İlk durak bir çocuk parkıysa ne güzel; bir antikacıysa o da hoş. Akış belirler. Ara sokaklarda sizi ne gibi sürprizlerin beklediğini asla bilemezsiniz :).



 

Şimdi tek yön bir bilet alsanız nereye giderdiniz?

Bu soru aklımda iki cevabı uyandırdı ama hangisine karar verirdim bilemiyorum. İlki Toskana... Taş evler, uzayıp giden bağlar, gün batımında kurulan uzun sofralar… Hem doğa hem estetik hem de yavaş yaşamın birleştiği bir yer. Çocuklarla bir bağ evinde domates toplayarak, uzun sofralarda birlikte vakit geçirerek geçen bir hayat... Ruhumun gıdası tam da bu olurdu.


İkincisi ise Bali… Ruhumu dinlendirmek, doğanın ritmine çocuklarımla birlikte karışmak için. Hem sade bir hayat hem de içsel bir zenginlik vadeden bir yer. Anneliğimi de kendimi de yeniden şekillendireceğim bir coğrafya olurdu.


 

Seyahatte konfor mu, macera mı? 


Çocukla seyahat başlı başına bir macera değil mi esasında:) ?
Çocuklarla beraberken konfor öncelikli oluyor ama konforun içinde küçük maceralara da her zaman alan açıyoruz. Asıl mesele dengeyi bulmak sanırım. Maceraperestlikten de vazgeçmedim aslında.  Ama artık o macera; çocuğumun yeni bir yemeği denemesi, hiç tanımadığı bir çocukla oyun kurması, yabancı bir dilde biriyle selamlaşması ya da bir eser /yapı gördüğünde yüzündeki şaşkın ifade oldu. Eskiden kendime adanmış anlar vardı, şimdi birlikte büyüdüğümüz deneyimlere dönüştü.


 

Gezdiğiniz bir yerde kendinizi evinizde hissettiniz mi? 


İzmir Foça’da hissettim. Kalabalıktan uzakta, çocukların taşlarla oynayıp saat kavramını unuttuğu bir yerdi. İnsanlar içten, tempo yavaş, çocuklar doğayla iç içe… Sessizliği ve doğallığıyla içsel bir sığınak gibi. Kendi evimdeki gibi sade ama anlamlı bir yaşam akışı vardı. Denize sıfır taş evlerde uyanmak, sabahları pazardan alınmış sebzelerle yapılan kahvaltılar, akşam üzeri rüzgârla dans eden ağaçların sesi... Şimdi düşünüyorum da kalbim sanki orada daha sakinleşiyordu. Evet, tam olarak “evim gibi”ydi. Bir yer sana, "yavaşla" diyorsa, orası biraz ev olmuyor mu zaten.

 

Hayalinizdeki emeklilik destinasyonu neresi?


Bir Ege kasabasında, mümkünse doğayla bütünleşik ama kapısı mutlaka denize açılan bir taş ev. Bahçede zeytin ağaçları, küçük bir sebze bostanı, gün batımını, ayaklarım suda kitabımı okuyarak uğurlamak… Çocuklar büyüdükçe gelip kalabilecekleri, ama her geldiklerinde “burası anne kokuyor” diyecekleri bir yer. Huzur, paylaşım ve doğallık içinde geçen bir yaşam hayalim. Sabahları çocuklarla ekmek kokusuna uyanmak. Hayatın ritmini mevsimlerle belirlemek. Teknolojiyle bağımızı en aza indirip iç sesimizi en çok duyduğumuz bir yaşam kurmak isterim. Belki de orası, yavaşlığın en güzel hali. Çocuklar büyümüş, dünya vatandaşı olmuş… Bense hala yazıyor, üretiyor, misafir ağırlıyorum. Huzurla yaş alıyorum.

Sosyal Medyada Paylaş
GÜLŞAH SERT
Ekli Görseller