Yükleniyor...

Ah gençliğimizin Antep’i…

15 Haziran 2018

“Tahmis Kahvesi’nden Kırkayak Parkı’na selam vermekten yorulurduk. Peki şimdi… Yapayalnız kaldık… Sanki sadece ‘onların’ değil bizim de hayatımız da ‘kırlangıç fırtınası’ gibi!

Çocukluğumuzdaki Antep. 1960’tan 78’e kadar kesintisiz olarak yaşadığım, ilk gençlik yıllarımı geçirdiğimi şehir bugünkü Antep’ten çok farklıydı. Anadolu’da pek çok yer, şehir özelliği taşımaz. Oysa Antep bir şehirdi. Kütüphanesiyle, sinemalarıyla şehirdi. Kendine ait bir radyosu vardı. Erkekler ve kadınlar, gazinolara, ikindi sazlarına birlikte gider, Hamiyet Yüceses’i, Şükran Ay’ı, Müzeyyen Senar’ı, Zeki Müren’i dinlerdi. Yerleşik bir halk vardı. Okullar ‘eğitim kurumu’ niteliğindeydi. Onat Kutlar, Ülkü Tamer, Edip Akbayram Antep’ten çıktı. Şehir bir cazibe merkeziydi. ‘Anteplilik’ özel bir durumdu. Urfa’ya bağlı Halfetililer, Birecikliler ve Maraş’a bağlı Pazarcıklılar kendilerini Antepli gibi görürlerdi. Toprağı bereketli, insanları çalışkandı. Şehrin demokrat, kendine özgü bir kimliği vardı. Elbette şehir bu kimliğini geçmişten gelen yapısına borçluydu.

Nereden nereye…

Antep Osmanlı’ya gözünü açmadı, tarihi Selçuklularla da başlamadı. Birikim daha eskiye uzanıyordu… Antep’ten Hititliler geçti. Mısırlılarla büyük Kadeş Savaşı’nın planlandığı yer Hititlilerin ikinci büyük şehri Karkamış’tı. Zeugma küçük bir yerdi ama mozaikleriyle tarihi süsledi. Dülükbaba’da Mitra kültürü ortaya çıktı. Paganizmden Hıristiyanlığa da burada geçildi. İslâhiye ’deki Yesemek’te binlerce yıl heykel yapıldı. Antep İpekyolu üzerinde olan bir şehirdi. Romalılar iz bıraktı. Ayasofya’yı yaptıran İmparator Justinyen, Antep Kalesi’ne de son halini verdirdi. Kısacası büyük bir zenginlik, kültürel birikim vardı. Bu sonraki dönemi de etkiledi.

Dedem bir kilimciydi

Kırılmayı, bozulmayı yozlaşmayı bütün şehirlerde olduğu gibi hayatımın bir bölümünün geçtiği Antep’te de görüyorum. Can yakan bir dönüşüm. Gencecik bir adamdım. Evimiz şimdi Tahmis Kahvesi’nin olduğu Kozluca’daydı. Evden çıkar Kırkayak Parkı’na giderdik. Yolda selam vermekten yorulurduk. Museviler vardı, Rumlar vardı. Yüzyılın başında Ermeni nüfus vardı. Antep, Türklerin, Kürtlerin ve Arapların harmanladığı kültür birikimiyle yoğrulmuştu. Esnaf, birbirini tanır, saygı duyar, güvenirdi. Kimse kaydını tutmadan çıkarıp cebindeki parayı ihtiyacı olana verirdi. Bu çok kültürlü, güvenli yaşam zanaatkârları ortaya çıkardı. Küçük sanayi büyüdü, şehir daha da zenginleşti. Ermeniler sanatta, zanaatta hünerliydi. Bey Mahallesi’nde onların yaptığı taş evler vardı. Dedem kilimciydi. Bu zanaatı da bir Ermeni ustadan öğrenmişti.

Üç kuşak dönüşüm

İstanbul’da, Mersin’de, İzmir’de ne olduysa Antep’te de o oldu. Her şey göç sorunuyla başladı. Bu dalgayı, önüne çıkan her şeyi yıkan azgın bir nehre benzetebiliriz. Önce kır çözüldü. İlk göç dalgasının üzerine 90’lı yıllar eklendi. Bölgede yaşananlar nedeniyle insanlar Antep’e akın etti. Diğer şehirlerde olduğu gibi bu insanlar kendi kültürleriyle geldiler. Ancak ne kültürlerini koruyabildiler ne de şehre entegre olabildiler. Tuhaf bir kültür ortaya çıkmaya başladı.

Barışı yükseltmek lazım

Suriye’deki iç savaşla birlikte üçüncü göç dalgasına muhatap olan Antep’in yapısı da artık tamamen değişti. Geride bir insan dramının yanı sıra tükenen şehir kaldı. Artık Antep’te kimse birbirini tanımıyor. Ancak sorun sadece Antep’te değil! Bugün her şehir bu yozlaşmadan payına düşeni alıyor. Büyük bir bölge yeniden dizayn ediliyor. Kurtuluş için barışı yükseltmek lazım. Bu büyük bir coğrafyada Suriye meselesi çözülmeden ve geniş bir kapsamda barış yaşanmadan Antep sorunu da çözülmez!

Sosyal Medyada Paylaş