- Şehitkamil / Gaziantep
- +90 (342) 232 80 81
- info@cemiyet.com.tr
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Farmakoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Sibel Özyazgan, Gaziantep’in yetiştirdiği değerli bir bilim kadını. Üniversite eğitimi için ayrıldığı Gaziantep’ten hiçbir zaman kopmayan, Gaziantep’in geleneklerini ve kültürünü İstanbul’da yaşatan Özyazgan, “ Gaziantep doğduğum, büyüdüğüm, toprağım, vatanım, evim” diyerek Gaziantep’e olan bağlılığını ve sevgisini dile getiriyor. Yine kendisi gibi Gaziantepli olan eşi Prof. Dr. Yılmaz Özyazgan ile birlikte Gaziantepli arkadaşlarıyla sürekli bir araya gelerek Gaziantep’i yaşadıklarını söyleyen Prof. Dr. Özyazgan ile ailesini, çocukluk ve öğrencilik yıllarını, Gaziantep’e dair özlemlerini ve çalışmalarını konuştuk.
Sibel Hanım, okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız?
Gaziantep doğumluyum. İlkokulu evimizin çok yakınında olan Akyol İlkokulunda okudum. Biz okula üç kardeş hep birlikte giderdik… Mehmet ve Levent Özmen. Onlar çok gurur duyduğum, Gaziantep’te saygın işadamları. O dönemler Atatürk Bulvarı’nda nadir kalan taş binalardan birinde otururduk… Ömer Ersoy binasında. Eski Mado olarak da bilinir. O dönemlerde Atatürk Bulvarında yan yana dizilmiş taş binalar vardı. Biz o binaların bahçelerinde çok hareketli, eğlenceli ve güzel bir çocukluk geçirdik. Daha sonra ortaokul ve lise eğitimim için Gaziantep Kolejine başladım. Gerçekten hayatımın en güzel yıllarıydı. Hiç unutamadığım özel ve naif günlerdi.
Kolej yıllarım unutulmazdı
Gaziantep’te o yıllarda kolejde okumak benim için çok büyük bir şans ve ayrıcalıktı. Şimdi her genç İngilizce biliyor ama biz o dönem iyi İngilizce bilerek hayatımıza bir adım önde başlamıştık. Kolejdeki eğitimcilerimiz çok deneyimli ve özel insanlardı. Kolejde o zaman şehirde birbirini iyi tanıyan, göz önünde bulunan ailelerin çocukları hep bir arada okuduk, hepimiz de şu an iyi birer meslek sahibi olduk. Özellikle sanayisi gelişmiş şehrimizde birçok kolejli arkadaşımızın sahadaki başarılarını duyunca okulumla gurur duyuyorum.
Üniversite eğitiminize gelecek olursak…
Gaziantep Kolej Vakfında ortaokul ve liseyi tamamladıktan sonra 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne başladım. Çok istediğim bir okuldu. Aslında her zaman sağlıkçı olmak istiyordum. Annem tıp okumamı çok istemişti ama ben her nedense tıptan hep korktum. Laboratuvarı, araştırmayı çok seviyordum. Eczacılık okumayı tercih ettim, sınava girdim ve kazandım. 1986 yılında üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra evlendiğim için İstanbul’a gittim. Üniversiteyi bitiren her öğrenci gibi ben de mastır yapmak istiyordum.
Neden Farmakoloji?
Lise yıllarımda eczacı olmayı aklımdan geçiriyordum. Dedemin pasajın köşesinde bir dükkânı vardı, ben de orada eczane açabilirim diye düşünüyordum. Tabi ki üniversiteye gidince ve içine girince araştırma benim daha da çok ilgimi çekti. İlaçlarla ilgili araştırma yapmak çok ilgi çekiciydi. Farmakoloji hem eczacılık hem de tıp fakültesinde çok önemli bir bilim dalı. Aslında herkesin ilaçlarla ilgili bir bilgisi yani hangi ilacın hangi hastalıkta kullanıldığına dair bilgisi vardır. Zaten çocukluğumdan itibaren ilaçların nasıl ve hangi bitkilerden elde edildiği, laboratuvarlardaki araştırmalar çok ilgimi çekiyordu. Bu nedenle eczacılığı tercih ettim fakat üniversite bittiğinde ilaçların insan sağlığı üzerindeki etkileri yani klinik tarafı daha çok ilgimi çekti. Farmakoloji iki ayrı alandır, biri ilaçların sentez edilmesi bir de insanlara uygulanması.
Akademik eğitiminizden bahseder misiniz?
Eczacılık Fakültesini tamamladıktan sonra 1990-1996 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yüksek lisansımı ve mastırımı tamamladım. Bu arada “kariyer de yaparım anne de olurum” dedim ve iki evlat sahibi oldum. 2006 yılında Farmakoloji Ana Bilim dalında doçent, 2013 yılında ise profesör oldum. Hala da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görevime devam etmekteyim.
Bize akademik çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
Tabi ki bu yıllar içerisinde Belçika, Amerika ve İsrail’de kısa dönemlerde çalışmalar yaptım. Çalışma alanım diyabet, depresyon ve son zamanlarda da farmakogenetik yani genetiğe bağlı olarak ilaçların değişimini araştırıyorum. Farmakolojinin o kadar çok alt dalı var ki saymakla bitmez. Ben daha çok diyabet ve depresyon modellemeleri üzerinde araştırma yapıyorum çünkü bu iki hastalık çağımızın en fazla görülen hastalıkları arasında ve tedavileri de zor. Bunun için hayvanlarda model oluşturmak gerekiyor. İnsanlara direkt ilaçları uygulayamıyorsunuz. Ben daha çok hangi hayvan modelleri üzerinde bunu uygulayabiliriz, onun üzerinde çalışıyorum. Doktora yaptığım sırada bir hocamla birlikte Tip 2 diyabet üzerinde bir model bulduk, hatta o model uluslararası alanda kullanılan bir model.
Son zamanlarda farmakogenetik üzerinde çalışmalar yapıyorum. Şu anda herkese aynı ilaçlar veriliyor. Oysaki insanların genetik farklılıkları var. Terzi nasıl herkese ayrı özel dikim yapıyorsa biz de kişiye özel ilaç yapmak istiyoruz. Yani insanların genetiğine göre ilaç yapmaya çalışıyoruz. Bunun üzerine araştırmalar yapıyoruz. Çok uzak gibi görülse de çok yol kat edildi. İnşallah biz de laboratuvarlarımızda böyle yeni moleküller bulur da dünya çapında ses getiren başarılar elde ederiz.
Öğrenmeyi de öğrendiklerimi paylaşmayı da seviyorum
Benim 50’ye yakın ulusal ve uluslararası dergide makalelerim, posterlerim var. Kitap bölüm yazarlığım ve çevirilerim var. Asistanlarıma tez hocalığı yapıyorum. Öğrencilere ders anlatmak benim için çok keyifli. Oldum olası ders anlatmayı çok severim. Size küçük bir anımı anlatayım. Gaziantep Kolej Vakfında bir İngilizce öğretmenimiz vardı. Bir gün rahatsızlanmış, ders boş geçmesin diye dersi benim anlatmamı istemişti. Sabah sınıfa bir girdim baktım arkadaşlarım ders dinlemek istemiyor. Pes etmedim ve o dersi öyle bir anlatmışım ki arkadaşlarım ders sonunda ‘Sen öğretmen olmalısın’ demişlerdi. Ben öğrenmeyi de çok seviyorum öğrendiklerimi paylaşmayı da…
Akademisyen olmaya nasıl kadar verdiniz?
Çocukluğumdan itibaren her şeyin nedenini merak eder öğrenmeye çalışırdım. İnsanları ve araştırma yapmayı gerçekten çok seviyorum. Ancak günümüzde araştırma yapmak gerçekten çok zor, imkânlar kısıtlı. Çeşitli araştırma merkezleri var, oralara başvuruyorsunuz. Bazen fonlardan bütçe almak ve araştırmaya başlamak için aylarca, yıllarca beklemeniz gerekebiliyor.
Bazen siz beklerken sizin planladığınız araştırmayı başkası yapabiliyor bazen yaptığınız araştırmadan olumlu bir sonuç çıkmaz bazen de her şey çok güzel ilerler ve kısa sürede makaleyi yazacak hale gelebilirsiniz.
İyi bir akademisyen olmanın arkasında hangi özellikler yatıyor?
Akademisyenlik için meraklı ve araştırmacı olmak lazım. Bilgini paylaşmaya hevesli olmak lazım. Akademisyenlik bir meslek değil yaşam biçimi haline geliyor zamanla. Hayatınızın her anında okumalısınız. Doktora yaparken trafikte ışıkta dururken bile kenara çekip notlar alırdım. Sabırlı olmalısınız… Aynı zamanda dürüst, çalışkan, çalışma azmini her daim canlı tutan, gerek iş gerek özel hayatıyla disiplinli ve ahlaklı davranışlara sahip olmak gerekiyor.
Türkiye’nin en iyi farmakoloji uzmanları arasında geçiyor isminiz… Sizin başarınızın arkasında da bu özellikler yatıyor diyebilir miyiz?
Gerçekten bu özelliklere sahip olmadan akademisyen olmak, araştırmalar yapabilmek zor diyebilirim. Şu da önemli bir husus ki özel hayatınızı belli bir dönem arka planda tutmanız, bazı şeylerden fedakârlık yapmanız gerekebiliyor ama ben bu yolda çok destek aldım. Eşim Prof. Dr. Yılmaz Özyazgan da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde. Kendisi göz hekimi… Gaziantepli aynı zamanda. Hatta ara ara buraya gelir bazı hastalarını görür ve döner. Başarılı kariyerimin arkasında ailemin ve eşimin çok büyük desteği var.
Biraz önce “İki evladım var” dediniz. Anlatır mısınız onları?
İki oğlum var. Daha çok küçük yaşlardayken bile bana çok destek olurlardı. Bir gün tezimi hazırlamıştım ama hocam beğenmemişti ve tezimi baştan aşağı düzeltmemi istemişti. Büyük oğlum Burak üzgün halimi görünce tezimi aldı baktı ve “Anne ben çok beğendim” dedi. O sözler benim için o kadar büyük destekti ki… Büyüdüklerinde de kariyer yapmanın zorluğunu görüp gözleri korktu. Büyük oğlum Burak 29 yaşında, İstanbul Erkek Lisesi mezunu. Sabancı Üniversitesi’nde Endüstri okudu. 3 yıldır Borusan Enerji’de çalışıyordu. Bu Temmuz ayında Singapur ve Paris ayaklı bir üniversitede MBA yapmaya gidiyor. Küçük oğlum Furkan 24 yaşında, Saint-Joseph mezunu. Sabancı Üniversitesi’nde Ekonomi okudu. 1 yıldır da mastır yapmak için hazırlıklar yapıyor.
Gaziantep sizin için ne ifade ediyor?
Gaziantep doğduğum, büyüdüğüm, toprağım, vatanım, evim… Bütün ailem burada yaşıyor. Eşim de Gaziantepli olduğu için onun ailesi de yine burada… İçimizdeki hasretle tam bir Gaziantepli gibi yaşıyoruz. Buraya geldiğimde kendimi çok mutlu hissediyorum. Uçaktan inince ilk önce durup bir havasını içime çekerim, derim ki “yuvama geldim”.
Gaziantep’i daima çok överim, herkes benim Gaziantepli olduğumu bilir.
Bizim ayda bir toplandığımız Gaziantep Öğretim Üyesi Derneği var. Resmi bir dernek değil bu. Maliye Eski Bakanı Prof. Dr. Besim Üstünel’di başkanımız. O, buluşmalarımız için “Hasbi bir toplantı” derdi… Yani dostane, yürekten bir araya geldiğimiz bir toplantı.
Şimdi ise buluşmalar, eşim Prof. Dr. Yılmaz Özyazgan ve Biruni Laboratuvar Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Güzel’in gayretleriyle1985 yılından bu yana her ay gündemli bir şekilde devam ediyor. Gündemimiz Gaziantep ile ilgili konular oluyor. Orada hepimiz Antep şivesiyle konuşuyoruz, o gün özellikle Antep yemeği yiyoruz. Antep özlemimizi gideriyoruz. Bazen Antep’ten misafirlerimiz geliyor, “Siz Antep şivesini bizden daha güzel konuşuyorsunuz” diyorlar. Benim çocuklarım bile İstanbul’da doğdukları, büyüdükleri halde buraya çok sık geldikleri ve buranın kültürüyle çok iç içe yaşadıkları için kendilerini tam bir Gaziantepli gibi hissederler. Bir gün Burak’ın okuluna gittim, “Hangi Burak’ın annesisiniz” sorusuna daha ben cevap vermeden, “Antepli Burak’ın annesi misiniz” dediler. Onlar da kendilerini o kadar çok Gaziantepli hissediyorlar ki. Biz ailece Gaziantepli olmaktan gurur duyuyoruz. Gaziantepli olmak bir ayrıcalıktır. Bunu çevremize de o kadar çok hissettiririz ki arkadaşlarımız, “Bizi de Antep’e götürün der dururlar”.
Bir nevi tanıtım elçisi diyebiliriz size…
Aynen öyle. Gaziantep sürekli gündemimizde. Eşim çok gayretli o konuda. Gaziantep’e dair tüm alışkanlıklarımızı İstanbul’da devam ettiriyoruz. Benim evimde mutlaka Antep yemekleri pişer. Hatta eşimin kuzeni Amerika’da yaşıyor. Onlara buradan giderken firik götürmüş, pilav ve Ali Nazik yapmıştım. Amerikalılar hala tadını unutamamışlar.
Gaziantep’te görüştüğünüz, bağlarınızı koparmadığınız arkadaşlarınız var mı?
Arkadaşlarımın pek çoğu okumak için şehir dışına çıktılar. Biraz kopukluk oldu tabi yıllar içerisinde ancak son yıllarda GKV’nin Mezunlar Derneği’nin balolarına geliyorum. O balo ile birlikte eski arkadaşlıklarımı canlandırma şansı, görüşemediğim arkadaşlarımı görme ve anılarımızı yad etme imkanı buluyorum.
Gaziantep’te en özel yerler nerelerdir sizin için?
Gaziantep’te benim için en önemli yerlerin başında Kavaklık gelir. Özellikle baharda gelip yemek yemeği seviyorum. Bakırcılar Çarşısını falan muhakkak gezerim, bir de en sevdiğim yer Tahmis Kahvesi’dir. Özellikle cumartesi günü Antep ezgilerini dinlerken menengiç kahvesi içmek benim için büyük keyiftir.
En sevdiğiniz Antep yemeklerini sorsak?
Belki çok klasik olacak ama yuvarlama ve içli köftenin yerini hiçbir şey tutmaz benim için. Annem de yaparsa mükemmel olur. Lahmacuna da haksızlık yapmayayım.
Peki, en iyi yaptığınız?
Hepsini yaparız ama Ali Nazik ve firik pilavını çok sık yapıyorum. Hem çocuklarım hem de misafirlerimiz beğenerek yiyorlar. Yemeklerde kullandığımız malzemelerin de Gaziantep’ten olmasına özen gösteriyoruz.
Gaziantep’e dair en büyük özleminiz nedir?
Her sene muhakkak 2-3 kere Gaziantep’e gelirim ancak son 1 yıldır sağlık problemlerimden dolayı bu ziyaretleri aksattım. Her ne kadar İstanbul’da yaşatsak da Gaziantep’in en çok eski dostluk, arkadaşlık ortamlarını çok özlüyorum. Biz eskiden arkadaşlarımızla Atatürk Bulvarından Kavaklığa kadar yürüyüş yapardık. Yolda belki 10 arkadaşımıza rastlar, onlarla ayaküstü sohbet ederdik. Bir de Ramazan ayındaki aile yemekleri… Biz aile arasında geleneksel buluşmalarımıza bağlı kalmaya çalışıyoruz ama kuzenler, halalar, amcalar gibi çok geniş aile çevresiyle sık sık buluşma imkanı maalesef azaldı.
Gaziantep Kolejinde okurken belediye otobüsünü bize servis yapmışlardı, o otobüs sadece bizim okulun öğrencilerini taşırdı. Maarif ’ten başlar Meteorolojiye kadar giderdi. Suzan Bayram isminde çok değerli bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Kavaklığa geldiğimizde bakardık ki Suzan hoca öğrencilere spor yaptırıyor. Biz otobüsün penceresinden onlara bakıp dalga geçtiğimizde onları bırakıp bizi yanına çağırır, spor yaptırırdı. Bize, “Hayat boyu her sabah spor yapacaksınız” derdi. Her sabah aklıma onun o sözleri gelir, az da olsa spor yapmadan dışarı çıkmam.
Nelerden keyif alırsınız?
Açıkçası ben müziği oldum olası çok seviyorum. Bizim dönemimizde müzik hocamız Ferit Ginol vardı. Onun korosunda olmak çok büyük ayrıcalıktı. Çok sıra dışı bir disiplini vardı. Öğlen yemek aralarında çalıştırırdı ve yemek yiyemezdiniz. Onu o kadar çok severdim ki. Hayatımda önemli bir yeri olmuştur benim.
Bir ara keman denedim ama devam ettiremedim. Şu an çok iyi bir müzik dinleyicisiyim. Belki ileride emekli olduğumda yeni bir enstrüman çalmayı deneyebilirim. Cerrahpaşa’da Türk Sanat Müziği korosunda yer aldım birkaç sene.
Borusan Filarmoni orkestrasının konserleri var. O konserleri kar, kış demeden takip ederim.
Seyahatten büyük keyif alırım
Bir de en büyük hobim seyahat etmektir. Her sene yurtiçinde ailece mavi yolculuk yaparız. Bazen o yolculuklara kardeşlerim de katılır. Bu tatilde hem ülkemizin doğal güzelliğini görüyoruz hem de teknolojiden uzaklaşıyoruz.
Kongrelerden dolayı yurtdışı seyahatlerimiz oluyor. Yine ailece her sene bir uzak ülkeye seyahat ediyoruz. İçlerinde bende en çok iz bırakan önceki sene Peru Bolivya ve geçen sene gittiğimiz Küba’ydı. Küba’da müziksiz su bile içemezsiniz. Bir yere oturursunuz hemen yanı başınızda bir müzik grubu beliriverir. Ben de müziği çok sevdiğim için orası beni çok etkilemişti. Peru Bolivya ise ellerinizin bulutlara değdiği ülke olarak biliniyor ancak orada bir Türk olarak beni en çok şu etkilemişti; Bir Bolivyalıyla konuştuğumuzda Türklere dair herhangi bir fikrinin olmadığını ancak Atatürk’ü çok iyi bildiğini söylemişti. “Ben Türkleri tanımıyorum ama Atatürk’ü çok iyi biliyorum” demişti. Bu beni çok etkilemişti. Santiago ve Lima şehirlerinde Atatürk büstleri var. Gittik gördük ve çok etkilendik. Avusturalya’ya gittim orada da Atatürk büstü var. Orası da bitki örtüsünden hayvanlara kadar çok farklı ve etkileyici.
Anne Güler Özmen:
Kızınız nasıl bir çocuk ve öğrenciydi?
Sibel sadece ders yönünden değil her anlamda çok disiplinli bir çocuktu. Derslerini bir gün bile ihmal etmedi. İlkokuldan başlayarak hep başarılı bir öğrenci oldu. Bir gün evde temizlik yapıyorum, Sibel, Mehmet ve Levent birlikte geldi, “Anne sana bir haberimiz var” dediler ama ben hiç oralı değilim. Meğer iki oğlum takdir almış, kızım da dereceye girmiş, bana onu haber vermek istemişler. Ben hem eşim çok titiz olduğu için hem de temizlik telaşından o an ben çok ilgi gösterememişim. Sonra öğrendiğimde o kadar pişman olmuştum ki. Çocuklarımın üçü de çok başarılıydı. Hep bahçeli evlerde mutlu çocuklar olarak büyüdüler. Hepsinden de çok memnunum. Allah herkese benim çocuklarım ve gelinlerim gibi hayırlı evlatlar versin.
Üç çocuğum da beni mutlu etti
Yapı olarak çok sakin yapılıydı. İki oğluma da annelik yaptı diyebilirim. Üniversitede onlara bir ev almıştık Ankara’da. Üçü de üniversitede okurken aynı evde kaldılar. Üçü çok uyumlu, başarılı bir okul hayatı yaşadı. Bizi de her zaman çok mutlu ettiler. Çok mutlu, huzurlu yuvaları var. Eşimden, çocuklarımdan, torunlarımdan yana çok şanslıyım. 3 çocuğum 7 torunum var.
Torunum Emre Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 3. sınıf okuyor, diğer bir torunum Kaan - Sabancı Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği 3. sınıfta okuyor. Diğer torunlarım da Gaziantep’te eğitimlerini sürdürmektedirler.