Yükleniyor...

ZEYNEP DİDEM GÖZÜTOK -Masal değil Prag

15 Eylül 2013

Milan Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanını okuduğumda 20 yaşındaydım. Prag doğumlu yazar, romanında kahramanlarını bu büyülü kentin sokaklarında yaşatmıştı. Sovyetler Birliği’nin Prag’a müdahalesi sırasında geçen ve Prag’ın son derece sıkıntılı günlerinin anlatıldığı romanda güzel olan tek şey Prag’dı.

Okuduğum romanın etkisiyle aklımın bir köşesinde hep olan Prag’a seyahat etmek bu yıl nasip oldu. 3 gece 4 günlük bir turla gideceğim Prag gezisi için bavul hazırlamaya başlamadan önce hava durumu araştırması yaptım. Soğuk sayılabilecek (10-12 derece) ve yağmurlu şartlardan bahseden hava tahminlerini inceledikten sonra bavulumu hazırlamaya başladım. Üşümemek üzere bir şeyler koymaya çalıştığım bavula uzun kollu tişörtler, hırkalar ve trençkottan oluşan sonbahar hatta geceyi de düşünerek neredeyse kış şartlarına göre giysiler koydum.

İstanbul’dan 2 saatlik bir uçus sonucu Prag Havalimanı’na ulaştık. Beni Prag’da ilk karşılayan ve hatta şaşırtan 19 derecelik bahar havası oldu. Bavulumdaki ilkbahar şartlarına hiç de uygun olmayan giysileri düşününce havanın güzel olduğuna üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim.

Otele yerleşmeden önce saatlerimizi bir saat geriye alarak hızlı bir kent turu yapmaya başladık. Prag’da kentin merkezine geldiğimizde meydanın tıpkı büyük bir kavşak gibi 4 ayrı yöne bölünerek kurulduğunu farkettim.  Tarihi boyunca neredeyse hep Hristiyanlık dini hüküm sürmüş olan bir kentin merkezinin haç işareti düşünülerek bölünmüş olabileceğini düşünmeden edemedim.

 

Hitler’in yıkmaya kıyamadığı büyülü kent

 

Prag, diğer doğu bloku ülkelerindeki kentlerin aksine 2. Dünya Savaşı’nda zarar görmemiş bir kent. Bunun nedeninin Hitler’in Prag’a olan hayranlığından kaynaklandığını ve bu kente kıyamadığını yorumlayanların sayısı oldukça fazla.

Kentin merkezinde masalsı ve büyüleyici binaların arasında gezmeye başladık. Herkesin olduğu gibi benim de dikkatimi ilk çeken Prag Kalesi oldu. Yüksek ve gösterişli inşasıyla kente heybetle bakan bir yapı olduğunu söyleyebilirim. Kalenin içerisinde bir de katedral bulunuyor. Aziz Vitus Katedrali, Çek Cumhuriyeti’nin en büyük, dünyanın ise beşinci büyük katedrali. İçerisi son derece görkemli olan ve bol vitray detayların kullanıldığı katedralin en ilginç özelliği yapımına 1344 yılında başlanıp 1929 yılında tamamlanması. Bunun nedeni bazı kaynaklarda şöyle anlatılıyor: “IV.Karl, katedralin Fransız gotik yapılarına benzemesini istediği için Fransız bir mimarı Prag’a davet etmiştir fakat katedral tamamlanamadan Fransız mimar hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine Alman bir mimar ve oğulları katedralin yapımını devralmışlardır. Prag’ın geçirdiği sıkıntılı yıllar ve şehirde devam eden diğer çalışmalar, katedralin yapımında aksaklıklara neden olmuş ve katedral ancak 1929 yılında tamamlanabilmiştir.”

Aziz Vitus Katedral’inin çevresinde yer alan çirkin suratlı ejderhaya benzetilen karakterler, katedrali kötü ruhlardan korumak için yapılmış. Sadece Aziz Vitus Katedrali değil, kalenin içerisinde çeşitli amaçlar için yapılan tüm yapılar bir bütün olarak kentin merkezine doyumu mümkün olmayan bir haz katmış. Prag Kalesi, hem gece hem gündüz defalarca seyretme isteği uyandırdı bende.

Prag doğumlu dünyaca ünlü yazar Milan Kundera,”Gülüşün ve Unutuşun Kitabı” romanında Prag için şunları söylemişti: “Prag’da zaman donmuştur. Ama bu sadece kent için geçerli, üzerinde yaşayanlar ve onu ziyaret edenler için değil… Kenti gezerken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Keşke zaman, kenti ziyaret edenler için de donup kalsa.

 

Trdelnik tatlısı

Unutmadan Prag’da canınız tatlı çekerse yapılmasını da izleyebileceğiniz hoş, hafif bir hamur işi olan “trdelnik” tadılabilir.  Prag Kalesi’nden inerken solda çıkarken sağda rastladık bu tatlının yapıldığı yere.  Özel pişirme çubuğu yağlandıktan sonra özel olarak açılan az  miktar hamur bu çubuğa  dolanıyor. Piştikten sonra pudra şekeri ve tarçına batırılarak sıcak sıcak yeniyor. Ayrıca saat kulesini tam karşısındaki kafeden Mozart dondurmalarını bulup yiyebilirsiniz. Yemek konusunda Gaziantep’te ve Türkiye’nin diğer şehirlerin de bile seçici olduğumdan Prag’da aç kaldığımı söyleyebilirim. Neyseki yanıma badem, hurma, kraker gibi atıştırmalıklar almıştım.

 

Saat kulesinin hüzünlü hikayesi

Ara sokaklardan geçip biraz yürüdükten sonra meşhur “Old Town Meydanı”na ulaştık. Prag’la adeta bütünleşen Astronomik Saat Kulesi  bizi karşıladı öncelikle.

Saat Kulesinin hüzünlü bir hikayesi var. Şehrin tam kalbinde yer alan meşhur saat, 15.yy sonlarında Charles Üniversitesi’nde profesör olan Hunuş Usta tarafından yapılmış. Saatle insanlara bir de mesaj vermeyi amaçlamıştır. “Herkes birgün geldiği yere geri dönecek yani elbet birgün toprakla özleşip ölecek!” Hunuş, saati yaptıktan kısa bir süre sonra Prag’ın hatta Avrupa’nın en önemli adamlarından biri olmuş. Adı kraldan daha fazla duyulmaya başlanmış. Zamanla Hunuş Usta’ya başka ülkelerden saat yapmasıyla ilgili teklifler yağmaya başlamış fakat Hunuş tüm bu teklifleri redddetmiş. Ancak kral, Hunuş’un başka bir yere saat yapma ihtimalini önlemek için gözlerine mil çektirmiş. Kör olan Hunuş Usta da kendini saatin mekanizmasına bırakarak intihar etmiş.

Saatin etrafında 4 tane kukla bulunuyor. Bu kuklalar insanlara neleri yapmamaları gerektiğini anlatıyormuş. İşte kuklaların neler anlattığı: “Soldan en baştaki elindeki aynayla kendine bakar; “kendini beğenmişliği” sembolize eder. Onun yanındaki kukla elinde altın torbası olan bir Yahudidir ve “cimriliği” sembolize eder. Bir sonraki iskelettir ve “yaşama karşı isteksizliği” anlatır. En sağdaki sonuncu kukla ise elinde mandoline benzer bir çalgı ile (Bu kuklanın elinde sazla Osmanlı’yı temsil ettiği de söyleniyor) “gece hayatına ve sefahate düşkünlüğü” anlatır. Kısacası bu kuklalar, kendini beğenmiş, cimri, yaşama karşı isteksiz ve de gece hayatına düşkün olmayın der. Saatin altında ise insanlara yapmaları gerekenleri anlatan 4 kukla vardır. Bu kuklalar da bilme, adalete, astronomiye ve eğitime önem verme konusunda mesaj vermektedir.

Her saat başı İsa’nın 12 havarisinin sembolize edildiği kuklaların teker teker pencerinin önünden geçerek yaptıkları seremoni hayli ilginç… Her saat başı yüzlerce kişi bu seremoniyi izlemek üzere kulenin altına toplanıyor ve kalabalık bu seremoniyi izledikten sonra dağılıyor. Bir sonraki saat başı aynı şekilde yeni bir turist topluluğu toplanıyor ve sonra dağılıyor. Bu böyle gün boyu sürüyor. Prag Kalesi, Old Town Meydanı ve Astronomi Saat Kulesi’ni görüdükten sonra kentin sokaklarında yürümeye başladık.  Bulduğumuz güzel bir cafede kahve keyfi yaptıktan sonra  Charles Köprüsü ve kenti ikiye ayıran Vltava Nehri ile tanışmak üzere köprüye vardık.

 

Koca bir tarih; Charles Köprüsü

Vltava Nehri üzerinde kurulan 18 köprüden biri ve en büyüğü olan Charles Köprüsü, 14. yy’da IV. Charles tarafından yaptırılmış. Köprü trafiğe kapalı olduğundan doya doya gezebiliyorsunuz üzerinde. Köprünün kenarlarında Prag’ın amatör ressamlarına kara kalem resminizi çizdirmeniz mümkün. Köprünün 7 yy boyunca zarar görmeden dayanması ile ilgili yapımı sırasında harcına 10 binlerce yumurta akı katıldığı söyleniyor. Köprü ilk olarak, şovalye dövüşlerinde duello alanı amacıyla kullanılmak üzere yaptırılmış. Köprünün her iki tarafında bulunan kuleler, gözetleme amacına hizmet etmiş yıllarca. Ayrıca bu kuleler köprüye muazzam bir ihtişam katmış.  Köprünün en ilginç yanı ise sağında ve solunda bulunan toplam 30 heykel. Bu heykellerin ne olduğu ve ne anlama geldiği ise ayrı bir gezinin tek konusu olur ancak.

Prag merkezde yaptığımız kent turunun ardından otele doğru hareket ettik. Otobüste geçtiğimiz yollarda gördüğüm bazı mesken yapılar beni hayal kırıklığına uğratmadı değil. Merkezinde koca bir tarih yatan kentin devamında yapılan evlerde ve diğer binalarda doğal yapıya ve tarihe  sadık kalınmadan inşa edilmiş yapılar görmek beni üzdü. Otele bavulları bırakıp tekrar, akşam yemeğimizi yemek üzere kentin merkezine döndük. Gündüz gezdiğimiz Charles Köprüsü’nü bu defa Vltava Nehri üzerinde yemek yiyeceğimiz tekneden izledik. Daha net bir açıdan görebildiğimiz köprünün meşhur heykelleri, görkemi kadar insanı ürküten duruşuyla da etkileyiciydi. Çok da lezzetli olduğunu söyleyemeyeceğim yemeklerimizi yedikten sonra saatlerimiz 21.30’u gösterdi. Ancak hala kararmamış olan hava ve saat farkı nedeniyle güne bir saat daha geriden başlamak hepimizi yordu. Otele dönüp derin bir uyku çekmeye başladığımızda Prag’da birgün son bulmuştu bile…

Prag gezimizin ikinci gününü atlayarak devam edeceğim yazıma. Çünkü ikinci günde gezdiğimiz “Karlovy Vary”i önümüzdeki aylarda anlatacağım. Şunu şimdiden söyleyebilirim ki; Karlovy Vary beni Prag’dan daha çok etkiledi.

 

İlgimi çeken detaylar…

Üçüncü ve dördüncü gün serbest olması nedeniyle tahmin edeceğiniz üzere çarşı ve mağazaları dolaşarak geçti. Kendi çabalarımla turdan ayrı geçirdiğim zamanlarda fotoğraf çektiğim yerleri ve bazı detayları paylaşacağım.

Prag sokaklarında dolaşırken çok ilgimi çeken bir detay vardı ki, o da dilencilerin dizlerini ve kafalarını yere koyarak dilenmeleriydi. Bunun nedeni gururlarından kaynaklanan bir utanç ifadesiymiş.

 

Prag merkezde çarşı, son derece hareketli. Mevsimin bahar olması nedeniyle turla gelen turistlerin yoğunluğu malum. Çarşıda dükkanlar ve dükkanların tabelaları gösterişten uzak ve doğal yapıyı bozmayacak şekilde tasarlanmış. Çarşı, kentin masalsı yapısından uzak değil. Çok sayıda hediyelik eşya dükkanı ve cafe bulunan Prag merkezde, saatlerce vakit geçirmek mümkün. Ara sokaklardaki antika dükkanları da antikasevenler için bulunmaz yerler. Ayrıca Moser, Bohemia, Goebel  gibi dünyaca ünlü kristal ve porselen markalarının büyük mağazaları da Prag çarşısında sıkça karşınıza çıkıyor.Bunun yanında porselen bebekler, tahtadan ve kumaştan yapılmış figürlü kuklalar, minik porselen hediyelikler çarşıda hemen her dükkanda bulabileceğiniz hatıra ürünler. Saat Kulesi’nden meydana doğru giden sokakların arasında kurulu Havelska adı verilen pazar yeri de hediyelik eşya ya da taze meyve almak isteyenlerin uğrak yeri.

Kenti dolaşırken sürekli aynı yerden geçiyormuş hissi uyandıran bir yapı vardı ki; kentte benzerleri bulunan ve aynı şekilde inşa edilen barut kulesi. Prag’da buluşmak istedğiniz kişiye buluşma yeri olarak “barut kulesi” demeyin. Karışıklığa yol açabilir. Dikkat çeken bu görkemli barut kulesi,  11. yüzyılda eski şehrin on üç girişinden biriymiş.17 yy.’da barut depolamak için kullanıldığından bu adı almış.

Hemen her Avrupa kentinde olduğu gibi Prag’da da sokaklarda bir kaç euro karşılığında fotoğraf çektirebileceğiniz fantastik giysili ve makyajlı insanlar var. Hatıra fotoğrafları albümünüze eklemek isteyeceğinize eminim.

 

Kafka’nın evi

1883’te Prag’da doğmuş ve yaşamının büyük kısmını bu şehirde geçirmiş olan dünyaca ünlü yazar Faranz Kafka’nın evi belediye binasının sol tarafında bulunuyor. Serbest gün olması sebebiyle turdan ayrı gezdiğim bir arada gittim Kafka’nın küçüklüğünün geçtiği eve. İçeri giremesem de fotoğrafını çekme imkanı buldum. Kafka Müzesi ile ilgili duyduğum yorumlar ise  gezmememe neden oldu. Müzede fotoğraf, bir kaç eski kitap, mektup dışında görülebilecek çok da önemli bir şey olmadığını söyleyenler çoğunlukta.

 

Ortaçağ gecesi çok karanlık ve korkunçtu…

Uzun bir çarşı macerasının ardından üçüncü günün akşamı otele döndük. Hazırlanıp “Ortaçağ Gecesi” için tekrar yola çıktık. Gündüz gezdiğimiz yerlerden  geçerek eğlencenin yapılacağı hana geldik. Birkaç kat aşağıya inerek içeri girdiğimizde neredeyse hiç elektrik aydınlatması kullanılmadığını gördük. Çok sayıda mum ışığı kullanılarak aydınlatma yapılmış. Masalar, oturma yerleri, sofra takımları ve daha birçok şey ortaçağı andırıyordu. Duvarlarda korkunç figürler asılıydı. Buna bir de yılanla danseden kız eklenince gecenin korkunç detaylardan oluşan bir eğlenceye dönüştüğünü söyleyebilirim. Gecenin ardından tekrar otele döndük ve Prag’daki son günün sabahına uyanmak üzere derin bir uykuya daldık.

Dördüncü günü,  akşamına yola çıkacağımız için  hızlı bir çarşı turu yaparak tamamladık. Prag gezisiyle ilgili gördüklerimi, gezdiklerimi, ilginç bulduklarımı sizlerle paylaştım. Bir de göremediklerim var… Ya da dışını görüp de içini gezemediklerim…

 

GÖREMEDİKLERİM,  GEZEMEDİKLERİM…

Kampa Island: Kampa Island, Vlatava Nehri üstünde bulunan en büyük adacık. Kampa Island üzerinde en çok ziyaret edilen nokta “Museum Kampa” adındaki modern sanat müzesiymiş. Prag’daki en güzel yerlerden biri olan Kampa Island’a Charles Köprüsü’nden kolaylıkla bir merdivenle ulaşılabiliyor. Vlatava Nehri yakınında güzel zaman geçirmek ve bu atmosferin tadını çıkarmak için Kampa Island bulunmaz bir seçenek olarak görünüyor. İnip gezemedim ama fotoğrafını çekmek de çektiğim fotoğraflara bakmak da doyumsuz.

 

Petrin Kulesi: Prag’ın  görülecek yerleri arasında olan Petrin Kulesi, 1891 yılında yapılmış ve o dönemde gözlem-yayın kulesi olarak kullanılmış.

Şimdi ise Petrin Kulesi’nin yoğun bir turist ziyaretçi potansiyeli vardır. Aslında Eyfel Kulesi’ne  benzer bu kule. Fakat uzunluğu 60 metre ve Eyfel Kulesi’nden oldukça küçük. Petrin Tepesi’nin üzerine yapıldığı için kulenin tepe noktası Eyfel Kulesi’nden daha yüksek. En güzel Prag genel fotoğraflarının çekilebileceği bir kule burası. Petrin Kulesi’nin üzerinde Prag manzarasını seyre dalmak harika bir duygu olsa gerek.

 

Dancing House: Dans eden çift görünümüne sahip, ofis olarak kullanılan bina turistlerin yoğun ilgisini çekiyor.

 

Tyn Kilisesi: Prag’daki en bilinen kilisedir. Bu gotik kilisenin inşası 14. yüzyılda başlamış fakat ancak 1511 yılında bitirilebilmiştir. Dış mimarisinde gotik öğeler kullanılsa da Tyn Church’ın iç tasarımı barok etkileri taşıyor.

 

National Tiyatro: Diğer önemli bir yapı National Tiyatro, Prag’ın en önemli binalarından olan tiyatro binasıdır.

 

Old Royal Sarayı: Prag Kalesi’nde yüzyıllarca Çek idarecilerine ev sahipliği yapan bir saray. 12. yüzyılda inşa edilen Old Royal Palace zaman içerisinde birçok kez tamir geçirmiş. Gotik ve Rönesans mimari tarzlarını birleştiren saray içerisinde görülecek birçok önemli kısım bulunmakta.

 

Scwarzenberg Sarayı: Prag Castle yakınında bulunan bir saray. En iyi korunmuş Rönesans saraylarından olan Schwarzenberg Palace, duvarlarındaki siyah ve beyaz grafiti süslemelerle ünlüdür. 1541 yılında bir yangın sonucu zarar gören saray sonrasında tekrar inşa edilmiş.

 

Prag’da bir çok da müze bulunuyor. Dvo’ák Müzesi, Smetana Müzesi, Eski Çek Sanatları Müzesi,Ulusal Teknik Müze, Prag Musevi Müzesi, Ulusal Müze, Tarihi Askeri Müze, Prag Dekorasyon Sanatları Müzesi.

Ulusal müzedeki evlilik törenlerinin yapıldığı salon mutlaka görülmesi gerekenlerdenmiş. Görüp de gezenlerin, gezip de beğenenlerin önerisi…

 

 

PRAG’DA MUTLAKA…

 

ALIN: Moser ya da Bohemia satan dükkanlardan cam ve kristal bir parça, evinizde Prag hatırası olarak yerini almalı.

SEYREDİN: Petrin Kulesi’nden Prag manzarasına doyumsuz bir bakış yapabilirsiniz.

GÖRÜN: İçini gezmeye fırsat bulamasanız bile, National Tiyatro’nun binasını özellikle gece görmelisiniz.

GEZİN: Prag Kalesi kentin en görkemli yapısı. İçerisinde yıllarca birçok amaca hizmet emiş birçok yapı bulunuyor.

TADIN: Prag’ın meşhur hamur tatlısı olan “Trdelnik”I beğeneceksiniz.

İÇİN: Kafka’nın en sevdiği  café olan ve 110 yıldır aynı yerde hizmet veren Café Louvre’de “café arco”yu içenler tavsiye ediyor.

OTURUN: Saat kulesinin tam karşısındaki cafede oturarak saat başı seremoniyi izleyebilir ve izlemeye gelen kalabalığın enerjisini görebilirsiniz.

YAPIN: Kenti ikiye bölen Vltava Nehri üzerinde tekne turuna çıkmalısınız. Prag’ın her iki tarafının eşsiz manzarasına doyamayacaksınız.

YANINIZA ALIN: Prag’ın doğal taşlı yollarında uzun gezintiler yapacaksınız rahat ayakkabılar giymelisiniz.

Sosyal Medyada Paylaş
Ekli Görseller