Yükleniyor...

Ailemizin hikayesi bizim hikayemizdir

10 Ağustos 2023

Travma nesiller boyu nasıl aktarılır’ diyorsanız Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri araştırma görevlisi Pınar Apaydın’ın açıklamalarını okumanızda fayda var. Ebeveynlerimizin yaşadığı acının, kederin veya zorlukların annemize geçtiğini söyleyen Apaydın, bu kalıtım yoluyla bizim de aslında hiç bilmediğimiz ya da deneyimlemediğimiz olaylar ile ilgili bir tutuma sahip olabileceğimizi ve bunun nasıl üstesinden geleceğimizi anlattı.

Kendinizden bahseder misiniz?

Gaziantep doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Gaziantep’te tamamladım. Selçuk Üniversitesi Moleküler Biyoloji Bölümünde lisans eğitimi aldım. Lisansüstü akademik kariyerime Gaziantep Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalında yüksek lisans yaparak başladım. Daha sonra ilgi alanım olan Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalında doktora eğitimime başladım. Doktora eğitimim hala devam ediyor. Aynı zamanda Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimlerinde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum.

Aslen Gaziantepli misiniz?

Evet. Tüm alt-üst soy ağacım Gaziantepli:) Bu durum, atalarım konusunda araştırma yapmamı da kolaylaştırdı.

 

Neden atalarınız hakkında araştırma yapmayı düşündünüz?

Atalarımızın hayatlarımıza etkileri uzun zamandır tartışılan güncel bir konu. Araştırmalarımda ve çalışmalarımda genellikle hayatımızı etkileyen olayların birden çok nesli kapsadığını fark ettim. Bu yüzden birkaç nesil geriye gitmek gerektiğini düşünüyorum.

 

Atalarınızın hayatlarına olan ilginiz nasıl başladı?

Uzun zamandır spritüel yaşam, nörobilim ve epigenetik üzerine okumalar yapıyorum. Doktora sürecimde okumalarımı epigenetik üzerine yoğunlaştırdım. Epigenetik bilimi henüz gelişiminin başlarındayken genetik mirasımızın aktarımının sadece anne ve babamızdan aldığımız kromozomal DNA yoluyla olduğu düşünülmekteydi. Bu kromozomal DNA tüm DNA’mızın sadece yüzde 2’lik bir kısmını oluşturmakta. Saç, göz ve ten rengi gibi fiziksel özellikleri aktarmakla sorumlu. Geriye kalan yüzde 98’lik kısım ise genellikle merak uyandırmış ve bu kısmın kodlanmayan DNA olarak adlandırdığımız duygusal, davranışsal ve karakter özelliklerinin birçoğundan sorumlu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yüzden epigenetik bilimi sadece anne babalarımız değil bir önceki nesil olan büyükanne ve büyükbabalarımız ile de yakından ilgilidir.

 

Kısaca Epigenetik biliminden bahseder misiniz?

Bilimsel açıdan bakıldığında ilk olarak, 1950’lerde Conrad Waddington tarafından önerilen Epigenetik terimi “DNA dizisindeki değişimlerle açıklanamayan, mitoz ve/veya mayoz bölünme ile kalıtılabilen, gen fonksiyonundaki değişiklikler” olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle aslında epigenetik mekanizmalar hücresel hafızayı idame ettirmekte ve bu epigenetik değişiklikler bizleri atalarımızın deneyimlediği travmalarla baş edebilmemiz için biyolojik olarak hazırlamaktadır.

İyi haber, stresli durumlara uyum sağlamamıza imkan veren içsel bir yetkinlik ile dünyaya gelmemizin sağlanmasıdır. Kötü haber ise bu kalıtımsal aktarımlar zararlı da olabilir. Örneğin daha önce savaş bölgesinde yaşayan bir ebeveynin çocuğu, kalıtım yoluyla ani yüksek seslere karşılık irkilme dürtüsüne sahip olabilir. Bu içgüdü tehlikeli olan bir olayda koruyucu olabilmesine karşın, böyle abartılı irkilme tepkisi hiçbir tehlike yokken kişiyi çok tepkisel bir durumda tutabilir. Ayrıca 2013 yılında Emory Tıp Fakültesinde gerçekleştirilen bir çalışmanın sonucu epigenetik alanı için çarpıcı sonuçlar ortaya koymuş ve travmatik anıların DNA’da epigenetik değişimler meydana getirdiği ve bu yolla sonraki nesillere aktarılabildiği keşfedilmiştir.

 

Kalıtsal aile travmalarımız kim olduğumuzu nasıl etkilemektedir?

“Baba koruk yer, çocuğun dişi kamaşır” atasözü aslında bu konuda yol gösterici. Basitçe anlatmak gerekirse annemiz aracılığıyla anneannemizin annelik özellikleri bize aktarılır. Anneannemizin katlandığı travmalar, acılar, kederler, çocukluğunda veya dedemizle yaşadığı zorluklar, sevdiklerinin erken ölümü bizim annemize geçmektedir. Bu kalıtım yoluyla bizler aslında hiç bilmediğimiz ya da deneyimlemediğimiz olaylar ile ilgili bir tutuma sahip olabiliriz.

Alman Bert Hellinger bir ebeveynin, kardeşin veya çocuğun zamansız ölümü, terk ediliş, suç gibi travmatik olayların üzerimizde kuvvetli etkiler ortaya çıkardığını ve tüm aile sistemimiz üzerinde nesiller boyunca iz bıraktığını gözlemlemiştir. Bu izler sonrasında aile üyeleri bilinçsiz biçimde geçmişte yaşanan bu acıları tekrarladığında bu durum ailenin gelecek planı haline gelebilmektedir. Sürekli birbirine benzer hikayeler ya da olaylar içinde kendimizi bulmamızın sebebi de bu aile planının nesiller boyunca aktarılması olabilir. Hellinger tekrarlayan olayların ardındaki mekanizmayı bilinçsiz bağlılık olarak nitelendirmektedir. Böylece olaya bilinçsiz şekilde bağlanırız ve sürekli benzer durumları hayatımızda görürüz.

 

Peki, bu kalıtsal aile travmalarımızın üstesinden gelmek mümkün müdür?

Zihnimiz görüntüler aracılığıyla iyileşme konusunda muazzam bir kapasiteye sahiptir. İster affetmeye dair bir sahneyi hayal edelim ister sadece sevdiğimiz birini gözümüzde canlandıralım görüntüler, bedenimize derinden yerleşir ve zihnimize gömülürler. Korkularımızın ve hastalık belirtilerimizin ardındaki sebeplerle bağlantıyı kurduğumuz zaman çözüm için yeni olasılıklara açılmış olacağız.

 

Bu bağlantıyı kurmak nasıl mümkün olabilir?

İçsel epigenetik müdahaleler olarak adlandırılan imgeleme, meditasyon, olumlu düşünceler, duygulara odaklanarak sağlığımızı olumlu yönde etkileyebiliriz. DNA’mızı değiştiremeyiz ancak DNA’mızın işleyiş biçimini değiştirebiliriz. Son olarak; Travmadan tamamen yoksun bir yaşam ihtimali son derece düşüktür. Travmalar uyumaz, sonraki nesillerin çocuklarında çözümlenmek üzere verimli zemin aramaya devam eder. Yalnızca doğru iç görülere ve araçlara sahip olmamız gerektiğini bilmeliyiz.

Sosyal Medyada Paylaş
GÜLŞAH SERT