Yükleniyor...

Etik temelli sürdürülebilir üretim yapıyoruz

15 Eylül 2021

Sürdürülebilir tarım ve atıksız üretim modeliyle ortaya çıkan bir marka AncIent Greens… Markanın yaratıcılarından Yüksel Konukoğlu ile atalık tohumlarla ürettikleri buğday çimi suyunu, biyolojik tarım çalışmalarını, iklim krizi hakkındaki düşüncelerini konuştuk. Etik temelli sürdürülebilir bir üretim yaptıklarını ifade eden Konukoğlu, “Üretimimizi her zaman doğal ekosistemi örnek alarak kurmaya çalışıyoruz” diyor.

İklim krizi konusunda herkesin kendi imkânları çerçevesinde önlem alması gerektiğine dikkat çeken Yüksel Konukoğlu, “İklim krizi, küresel ısınma, doğa bile bize artık bazı şeyleri farklı yapmamız gerektiğini çeşitli yollar ile anlatmaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.

Yüksel Hanım kendinizden bahseder misiniz?
1993 Hatay doğumluyum. İlkokul ve liseyi Antakya Ata Koleji’nde bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde Ekonomi üzerine lisans eğitimini tamamladım. Milano’da Tasarım Yönetimi üzerine master yaptım. İtalya’da tarih, sanat ve doğa ile ilgili inovatif ve sürdürülebilir tasarımlarla farklı projelerde yer aldım. Ardından, buğday çimi çalışmaları üzerine Porto Riko’da Ann Wigmore Enstitüsü buğday çimi suyu ve canlı bitki bilimi eğitimini tamamladım. Daha sonrasında Türkiye’ye dönerek Ancient Greens Şirketini kurdum. 2020 yılında evlendim ve Gaziantep’e taşındım.

Ancient Greens nasıl doğdu? Hikâyesini bizimle paylaşır mısınız?
Ancient Greens, aslında benim aileme, bölgeme olan düşkünlüğüm ile başladı diyebilirim. Gittiğim, gezdiğim ve farklı kültürleri deneyimlediğim her yerde, bizde de çok güzel değerlerin olduğunu düşünürdüm. Tarih ise bizde var, mutfak ise var, bitki örtüsü:), mevsim çeşitliliği ve daha birçok değer sayabiliriz. Bu sebeple her iş, proje fikrinde kendimi bu noktalara odaklanmış bulurdum. Ailemin de bölgeye, tarihe ve değerlere olan ilgisi ve öğretileri beni bu anlamda yüreklendirdi. Porto Riko’daki eğitimimden sonra ise mezuniyet günü bu sertifikayı alan dünyada en genç ve Türk olarak ise ilk olduğumu öğrendim. Bunun üzerine Türkiye’ye dönüp seramı kurdum ve çalışmalara başladım. Ann Wigmore, buğday çim suyunun tıbbi etkisini bulan kişi. Hatta Hipocrate Health Enstitüsünün de kurucularından. Puerto Rico ise Ann Wigmore’un enstitüsünün bulunduğu yer. Buğday çim suyuna yönelik çalışmaların yapıldığı bu okulda, ada hem özgürlük hem de çalışma alanı sağlıyor her anlamda. Bu sebeple burada bulunuyor.
Ben de seramı kurup buğdayın anavatanı olan bu topraklarda atalık tohumlar ile faaliyete başladım.

Organik tarım çalışmalarınızı ve doğaya zarar vermeyen ürünlerinizi biliyoruz. Sürdürülebilir tarım ve sıfır atık Ancient Greens için nasıl bir önem taşıyor?
Yaptığımız üretimde her zaman peşinden gittiğimiz felsefe; kaynakların zenginleştirilmesi ve iyi kullanımı oldu. Etik temelli sürdürülebilir bir üretim yapıyoruz. Sürdürülebilir üretim son zamanlarda sıkça kullanılan ve maalesef hakkı tam verilemeyen bir terim. Bir sistemin sürdürülebilir olması aslında çok kolay değil. Şu şekilde açıklanıyor; sistem en az ömrü boyunca ihtiyacı olan enerjiyi üretiyor olmalı ve ömrünün sonunda da yenilenmesi için ihtiyacı olan enerjiyi üretebiliyor olmalı ki o sisteme sürdürülebilir sistem diyelim. Genelde akla yenilenebilir enerji geliyor fakat aslında insan eliyle oluşturulmuş hiçbir sistem bu bağlamda tam anlamıyla sürdürülebilir olmuyor. Açıkçası üretimimizi her zaman doğal ekosistemi örnek alarak kurmaya çalışıyoruz.

Mesela permakültür uygulamaları yapıyoruz. Bunu yaparken tasarımsal anlamda doğaya bakıyoruz. Biz seramızdaki sistemimiz ile atığımızı ve enerji tüketimini olabildiğince minimuma indiriyoruz. Tasarım metodolojimiz ile kullandığımız öğeler arasında ilişki kurup üretimi ona göre yönetiyoruz. Aslında bir gıda ormanı tasarladık. Buğday çim suyu ormanı. Sürdürülebilir bir şekilde insan yardımıyla bir tasarım. Tasarımımızda bir öğenin birden fazla vazifesi var. Öyle bir ağ ördüki ilk başta hayal bile edemeyeceğimiz hasatı alabiliyoruz. Normalde bir girdi olur ve çıkanı tüketir, biter. Fakat bizim tasarımımızda bizim girdimizin, çıktıdan sonra başka bir sistemin tekrar girdisi haline geliyor. Bu da bizim seramızı gıda ormanı ekosistemi benzetmemizi ve tasarım metodolojimizi oluşturuyor.

Biyolojik tarım üzerine başka ne gibi çalışmalarınız var, bahseder misiniz?
Ana kalemde 4 ürünümüz bulunuyor. Buğday çimi suyu, buğday sapı pipetlerimiz, posadan elde ettiğimiz sabunumuz ve patili dostlarımız için mama:)
Seramızda yaratmaya çalıştığımız bir buğday çim suyu ekosistemi yani buğday çim suyu ormanı. Buğday çim suyu yapmak için kullandığımız tohum ve toprak tekrar toprak olmak üzere döngüye dahil oluyor. Tohumu almak için yetiştirdiğimiz buğday sapları bir ileri dönüşüm faaliyeti olarak pipete dönüşüyor, değer kazanıyor. Çimin posalarını ise sabuna dönüştürüyoruz. Arda kalan artık kısımlar ise toprağı beslemek için permakültür aktivitemizde yer alıyor.

Bu tasarım metodolojisi ile atıksız bir üretim ve yukarı dönüşüm & aşağı dönüşüm kavramlarını hayata geçiriyoruz. Kısaca açıklamak gerekirse atılan malzeme yukarı veya aşağı dönüşüm olarak ayrılıyor ve ikisi de bir geri dönüşüm aktivitesi olsa da aralarında net bir ayrım bulunuyor. İleri dönüşüm materyalin ömrünü uzatır ve değeri daha büyük bir şeye dönüştürür. Aşağı dönüşüm ise malzeme veya ürünün daha düşük değerli bir şeye dönüştürülmesidir. Her ikisi de sonuç olarak birer dönüşümün kollarıdır. Ve biz Ancient Greens olarak tüm faaliyetlerimizi bu döngüye uygun üretim yapıyoruz.

İklim krizi; yangınlar, seller, kuraklık gibi doğa olaylarının yanı sıra tarım, gıda, kıtlık gibi kavramlarla çok daha sık karşımıza çıkacak gibi görünüyor, Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Doğa olayları doğanın bizimle iletişim kurma şekli bence. İnsanlık yeryüzünde var olduğundan bu zamana kadar gezegenimizin kaynaklarını sanki hiç bitmeyecek gibi kullanılıyoruz. Bunun yanında ürettiğimiz atıklar doğada çok uzun süre çözünmeden kalabiliyor. Nüfusun artması, kaynakların kısıtlı olması bir de atıklarımızın çözünmüyor olması doğa ile iletişimimizi zayıflatıyor. Doğanın kendini temizleyebileceğinden fazla miktarda ve kendini yenileyebileceğinden fazla oranda zarar veriyoruz.
Bugün biyoçeşitlilik kaybı, atmosfere ne kadar sera gazı saldığımız veya karbon ayak izimizin çok fazla olması gibi kavramlar belki gözümüzde net bir tehlike canlandırmıyor. Kilometrelerce uzakta olan bir tsunami bize uzak gibi görünüyor fakat aynı gemide olduğumuzu düşünürseniz haberini aldığımız bu tehlikeler zaman içerisinde bizim de karşımıza farklı şekillerde çıkıyor olacak.

Buradaki en büyük sorun ise hakikaten bazı şeyler gündelik hayatımızı etkilemeye başlayınca, geri dönüşünün ciddi anlamda zor olması. Bu nedenle hepimizin konuyu kendi imkanları ve çerçevesi doğrultusunda önem vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak farkındalık yaratmak adına söylemek istediğiniz başka bir konu var mı?
Filozof Lao Tzu’nun çok sevdiğim bir sözü var hatta pipet ambalajımızda da kullandık; Milyonlarca kilometrelik yolculuklar bile ufacık bir adımla başlar.

İklim krizi, küresel ısınma, doğa bile bize artık bazı şeyleri farklı yapmamız gerektiğini çeşitli yollar ile anlatmaya çalışıyor. ‘Bunca yıldır böyle gitti böyle gider’ demeyelim. Çünkü bunca yıldır da aynı gitmedi. Üstüne eklendi, nüfus arttı, alışkanlıklar değişti, insanlık değişti, teknoloji değişti. Her şey değişirken bizim aynı şeyleri yapmaya çalışmamız ne kadar iyi sonuçlar verir? Hergün bir önceki günümüzden %1 bile bir iyileştirme yapsak doğanın bizimle olan iletişminde değişiklik olur. Bence şu an bizim söyleşi konumuzun bu olması bile çok büyük bir adım. Bunları konuştukça farkındalığımız artıyor, farkındalığımız arttıkça alışkanlıklarımıza yansıyor bunun da büyük resimde büyük etki yaratacağına inanıyorum.

Sosyal Medyada Paylaş
GÜLŞAH SERT