Yükleniyor...

Gönüllülük bağımlılık yaratıyor

15 Mart 2021

Dergimizin bu ay kapak konuğu Ayşen Ahi... TOBB Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı olan Ayşen Hanım aynı zamanda babası Asım Ahi’nin kurucu başkanı olduğu Yaşlıları Koruma Derneğinin de başkanlığını yürütüyor. Ayşen Hanımın hayatında 1986 yılından bu yana bilfiil yer alan Yaşlıları Koruma Derneğinin ve yaşlıların yeri ve önemi çok büyük. Öyle büyük ki hissettiklerini şu sözlerle ifade ediyor Ayşen Hanım: “Gönüllülük işi bağımlılık yaratıyor, ben bağımlıyım. Huzurevindeki yaşlılarla gönül bağım var. Paylaşmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu o dernekte tattım ben. Bu duygu bende öyle bir bağımlılık yarattı ki 36 yıldır bırakamıyorum.”

TOBB Kadın Girişimciler Kurulu Başkanlığını da başarıyla yürüten Ayşen Ahi, kadınların iş hayatına atılmasını ve üretim yapmasını teşvik eden projeler hayata geçirmek istediklerini ve bu yönde çalışmalar yürüttüklerini kaydetti. “Kadınlar kendilerindeki gücün farkına varsalar ve herhangi bir alanda üretim yapmak isteseler başaramayacakları hiçbir şey yok. Yeter ki inansınlar. İhtiyaçları olan tek şey cesaret ve güven” ifadelerini kullanan Ayşen Hanım ile çocukluğunu, ailesini, çalışma hayatını, küçük yaşlardan beri içinde olduğu sosyal sorumluluk faaliyetlerini, yönetim kurulu üyesi olduğu Gaziantep Futbol Kulübünü ve pek çok konuyu konuştuk. Keyifli okumalar…

Ayşen Hanım kendinizi tanıtır mısınız?

Asım ve Nurdan Ahi çiftinin 3 çocuğundan biri olarak geldim dünyaya. Doğma büyüme Gaziantepliyim. Atalarım ilk ahilerden, ‘Ahilik’ esnaf dayanışması için kurulan bir teşkilattır, kültürdür.

Çocukluğunuzdan bahseder misiniz, nasıl bir çocuktunuz?

Babam inşaat mühendisiydi, annem ise ev hanımı. Abim İbrahim Ahi, kardeşim de Mehmet Ahi. Çocukluk yıllarım Kolejtepe Mahallesinde geçti. Orada doğdum, büyüdüm. Yaşıtlarıma göre çok aktif, sıra dışı bir kız çocuğuydum. Doğal olarak bebekle oynamak yerine erkek çocuklarla top oynar, ağaçlara tırmanırdım. Kurt köpeklerim vardı, onlarla gezmeyi çok severdim. Kolejtepe Mahallesinden Ordu Caddesine kadar çok boş arsa vardı, kardeşlerim o arsalarda maç yapardı, adam eksikse ben de dahil olurdum. Anneannemlerin evine gidince de kuzenler ile beraber mahalle maçlarına katılırdık aynı zamanda kuzenlerimle beraber dedemin un fabrikasına gidip orada birlikte vakit geçirirdik. Babam beni erkek çocuklarından hiç ayırt etmedi, devamlı onunla birlikte inşaatlara giderdim… Ta ki buluğ çağına kadar. Babam Karataş’ta bir site yaptırıyordu, bir gün yine onunla beraber inşaata gittim. Sitedeki boyacı bana ıslık çalınca babam döndü, ‘Sen büyümüşsün artık benimle inşaatlara gelemezsin “ dedi. Benim babamla çalışma hayatım orada sonlandı. Benim dönemimde kız çocukları daha çok ev hanımı olma, anneleriyle kabul günleri gezme muhabbeti yapardı. Hele liseye gelip de genç kız olunca daha feminen olmaya dikkat ederlerdi ama bende hiç öyle hevesler olmadı. Paten kayan, bisiklete binen, köpekle tur atan bir kız çocuğuydum. Annemle kabul gezmelerine gittiğimi hiç bilmem. Annemin kabul günlerini protesto eder eşofman giyerdim, mutfaktan çıkmayayım hizmet edeyim isterdim sadece.

Nasıl bir ailede yetiştiniz, anlatır mısınız?

Gelenek göreneklerine bağlı ancak diğer yandan da hayatın getirdiği her yeniliğe açık bir ailede yetiştim. Birbirine sıkı sıkıya bağlı, paylaşmayı, bir araya gelip yemekler yemeyi, sohbetler etmeyi seven çok büyük bir ailede…

Babam iyi bir liderdi

İlkokul 4. sınıfta camiye gittim, Arapçayı öğrendim ve hatim indirdim. Babam hayatlarımıza hem dini hem de moderniteye o kadar güzel adapte etmişti ki… O kadar güzel dengede yaşadık ki her şeyi. Bizi hem her kesimden toplumu kucaklayacak ama diğer taraftan da içinde kaybolmayacak bir mantaliteye sahip şekilde yetiştirdi. Bu anlamda babam iyi bir liderdi bizim için. Annemin de evde sorumlulukları vardı. Sistemi kuran, disiplinli olan taraf annemdi evde. Babamın geliş saatinde antreye terlikleri konulur ve babam beklenirdi. Bütün aile babamı kapıda karşılardı. Babam o zamanlar öğle vakti yemeğe de gelirdi. Sofra adabı çok önemliydi, yemek saati belliydi, o saatte yemek yenir, babam sonra tekrar işe giderdi. Annemin kabul günü akşamları her iki taraftan da aile büyüklerimiz bir araya gelir, yemekler yenirdi. Hatta halalar, teyzeler o gece bizde kalırdı, sabaha kadar onlardan aile hikayelerini dinlerdik. Yaşlılara karşı inanılmaz bir düşkünlüğüm olması belki de o zamandan kaynaklı. Onlarla iç içe büyüdüğüm için onların hayat hikayelerini, yaşadıklarını, nasihatlerini dinlemeyi çok severdim.

Annem çok üretken bir kadındı

Annem Enstitü mezunu bir ev hanımıydı. Ben kendimi bildim bileli hep çok bakımlı bir kadındı. Çok üretkendi, devamlı olarak elinde el işi, nakış olurdu. Benim paltoma varana kadar tüm elbiselerimi annem dikerdi. Evimde hala onun yaptığı Antep işlerini, nakışları kullanırım. Bende de yetenek vardı ama el işlerine karşı istek yoktu. Annem inatla her yaz dönemi kurslara gönderirdi, hepsini de yarım bırakmama rağmen iyi bilirim. Annem de tek kızmış, ben de tek kızım. Annem hanım hanımcık bir kız olmamı çok isterdi bu yüzden.

Babam inanılmaz sosyal bir insandı

Başarmaya olan düşkünlüğümü babamdan almışımdır. Sivil toplum ve sosyal işlere yönelik çok fazla faaliyeti vardı. Ailede ve çevresinde yardım severliği, olaylara adil yaklaşımı ile bilinir, tanınırdı. Bir problem olduğu zaman herkes ona danışırdı. İnşaat mühendisi olduğunda ilk olarak Bayındırlık Müdürlüğü yapmış, çevresindeki tüm işsiz, yardıma muhtaç insanları iş sahibi yapmaya gayret etmiş. Babam bir yıl da belediye başkan yardımcılığı yaptı. Siyasi kimliği yoktu ancak biraz önce bahsettiğim bu adil yaklaşımı, hakkaniyeti nedeniyle bu göreve getirilmiş, tapu kadastro, imar iskan gibi önemli müdürlükler ona bağlanmıştı. Ne kadar siyasi bir kimliği olmasa da tamamen siyasette arınmış bir kimlikte o görevleri sürdürmesinin doğru bildiği şeylere ters olduğuna inanarak istifa etmişti.

Kardeşlerinizle nasıl bir ilişkiniz vardı?

İkisi de Gaziantep’te yaşıyor şu an, baba mesleği inşaatla uğraşıyorlar. Küçük kardeşimle aramızda 8 yaş var. Abimle aramızdaki 3 yaş olmasından dolayı paylaşımımız da çok daha fazla. Küçükken annem evden gittiği zaman abimle önce ev işleri ile uğraşır sonra da oturur sohbet ederdikJ. Abimle bir kız kardeşle nasıl yakın olunursa o kadar yakındık. Ben evlendiğimde de böyle devam etti ta ki İbrahim evlenene kadar. Küçük kardeşim Mehmet ben evlendiğimde ortaokuldaydı, daha küçüktü. Doğal olarak onunla böyle paylaşımlarımız olamadı.

Öğrencilik yıllarınız hangi okullarda geçti, nasıl bir öğrenciydiniz?

Akyol İlkokulundan sonra eğitim hayatım Merkez Anadolu Lisesinde devam etti, ikinci mezunlarındanım. Çok zeki bir öğrenci olduğumu söyleyemeyeceğim ama başarılı ve sevilen bir öğrenciydim. İlkokul öğretmenim Güler Özyazgan’la hala görüşürüm. Annem etraftan Güler Hocamın nasıl iyi bir öğretmen olduğunu duyuyor ve ‘Ayşen’i mutlaka Güler Hoca okutsun’ diyor ve yaşım küçük olmasına rağmen elimden tutup götürüyor okula.

Güler hocam bana, ‘Sen benim unutmadığım öğrencilerimdensin’ der her zaman. ‘Okula geldin, ders başlamıştı, içeri girdin. Tahtanın önünde biz annenle sohbet ederken sen sıraları tek tek gezdin, tüm arkadaşlarına tek tek baktın ve onlarla selamlaştın. Annene döndüm ve ‘bu kız okur, bu kızı bırak git’ dedim” diye de anlatır. Annem beni bırakmış ve gitmiş o gün. Benim özgüvenim, rahatlığım çok etkilemiş öğretmenimi. O özgüveni hep babam aşıladı bana. Babam, ‘Kızım başarır’ derdi daima.

Resmi bayramlarda rontlar olurdu, kıyafetler dikilir, okullar provalar yapardı. Biz de heyecanla hazırlanırdık o günlere. Tüm okullar bir yerde toplanır, müsamereler olurdu, ben de rontların ekip başı olurdum hep. Anadolu Lisesine gittiğim zamanda da voleybol takımındaydım. Folkloru de çok istemiştim ama modern bir adam olmasına rağmen el ele tutuşulduğu için babam izin vermezdi.

Sizi de görmeye gelirler miydi? Evlilik süreci nasıl gelişti?

Merkez Anadolu Lisesinde okudum ben, o dönem oraya sınavla giriliyordu, hem Amerikan hem de İngiliz İngilizcesi görürdük. İngiltere ve Amerika’dan gelirdi kitaplarımız. Türkçe dışındaki tüm dersler İngilizceydi. Bir de ilaveten yabancı dil olarak Almanca öğrenirdik. Çok başarılı bir okuldu. İlk üniversite sınavımda heyecandan tercih sıralamasını kaydırdım ve üniversiteye yerleşemedim. Üniversitede dekan Esen Güntekin vardı, eve gelir abime matematik dersi verirdi.

Abim ODTÜ’yü kazandı. Ben kazanamayınca Esen Hocadan ders almaya, akşamları da ODTÜ’nün kurslarına gitmeye başladım. O dönemde de beni isteyen var ama ‘ben evlenmek istemiyorum’ diye kıyameti koparıyorum. Fakat aile meclisi kurulmuş, beni evlendirmek istiyorlar. Üniversite imtihanında da başarı sağlayamayınca ailenin kararına saygı duyarak evlenmeyi kabul ettim ve nişanlandım. Bir yıl nişanlılık dönemimde dayımın kızının açtığı eczanede çalışmış, hayatımda ilk kez ticari deneyimi orada yaşamıştım.

Gelin görme yaptınız mı?

Geçmişine sahip çıkıp değer vermeyenin geleceği olamaz. Evlendim, gelin görme derken her şey gelenek göreneklere uygun olarak gerçekleşti. Çok hareketli, çok sıra dışı bir yapım vardı ancak asi ve başkaldıran biri değildim. Bir şeyi isterim olmayınca da olması gereken her neyse ona çok kolay adapte olurum. Gelenek ve göreneklere bağlı bir şekilde yetiştirildim. Gelin görme de yaptım. Aile büyüklerime, ‘Ne takmalıyım, nasıl davranmalıyım’ diye sorardım. Her şeyi harfiyen uyguladım, gelinliğimi giyip misafir de kabul ettim. Kayınvalidemle kabul gününe giderdik, o gün orada yaşlı kim varsa dizinin dibine oturur onunla sohbet ederdim. Yaşlıların beklentilerini her zaman çok iyi bilirdim. Eşime, ‘Eve gelmeden annene muhakkak uğra, halini hatırını sor öyle gel’ derdim. Yaşlı insanların bizden beklentileri çok değil. Sadece aranmak, hallerinin hatırlarının sorulması, değerli olduklarını hissettirmek… Sanıyorum bunları yapmamız hiç zor değil.

Çocukluğunuzdan itibaren hayatınızın yardım faaliyetleri, dernekler arasında

geçtiğini söylediniz. Anlatır mısınız nasıl başladı bu hikâye?

Babam ben lisede okurken 1985 yılında Yaşlıları Koruma Derneğini ve Verem Savaş Derneğini kurdu. Ben de o dönem 18 yaşındayken babamın vasıtasıyla Yaşlıları Koruma Derneğine girdim. Onunla beraber derneğe gidip gelmeye başlamıştım. Antakya’daki dernek bizden önce açılmıştı, onların tefrişatlarına bakmaya minibüsle Cemil Cahit Güzelbey, Meral Dai, Sühella Tahaoğlu ve Asım Ahi(babam) gibi isimler gittiğinde ben de onlarla birlikte gitmiştim. Ta ki dernek kuruldu, yerleşti ben de 1986 yılından bu yana o gün bugündür her zaman keyif alarak içinde yer aldım. Çok gurur duyduğum bir oluşumun içindeyim. İlk gençlik yıllarım, evliliğim, hamileliklerim, çocuklarımın dünyaya gelmesi süreci, hayatım onlarla beraber geçti. Hiçbir kan bağı olmadan inanılmaz dostluklarım, annelerim, babalarım oldu. Özel günlerde ya da yemeklerde bir araya geldiğimizde annemle babama ‘Bu sizin kızınız ama bizim de kızımız’ derlerdi. Benim hayatıma her daim enerji verdiler. Arkamdan aldığım dualar hayatımda bana yol açtı. Paylaşmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu o dernekte tattım ben. Bu duygu bende öyle bir bağımlılık yarattı ki 36 yıldır bırakamıyorum. Şu pandemi dönemi benim için o kadar zor oldu ki, onlarla ayrı kaldığım için. Telefonla konuşuyorum, özlemimi öyle gideriyorum şimdilik. Yaşlılarla bağımı hiçbir zaman koparamam, hele de evde yalnız yaşıyorlarsa ziyaretlerine gidip hallerini hatırlarını sormak, sohbet etmek bana inanılmaz keyif veriyor. Ben hayata bunun için gelmişim.

Çocuklarınızdan bahseder misiniz?

1988 yılında oğlum Serkan doğdu. Serkan’a iki buçuk yaşındayken böbrek tümörü teşhisi kondu. Gaziantep’te teşhis edilemeyince Adana Tıp Fakültesine götürdüm. Orada teşhis kondu, ameliyat dediler. 22 yaşındayım henüz. Tümör konusunda o kadar cahildim ki başıma neler geleceğinin farkında bile değildim. Daha sonra tedavi için babamın arkadaşına Hacettepe Hastanesine gittik. Hayatımızın 5 yılı orada mücadeleyle geçti. Çok zor günlerdi. Hacettepe bana 5 yıl boyunca hak etmeyi, başarmayı, inanmayı öğretti. Öyle günlerdi ki ‘Gaziantep’e döndükten sonra toprağı öpeceğim’ dedim kendi kendime. Döndükten sonra da izole ettim kendimi, küçük arkadaş topluluğu ve çekirdek ailem dışında kimseyi almadım hayatıma. Huzurevi bana ve aileme o süreçte ruhen çok iyi geldi. Orada beni kızı gibi gören yaşlı amcamız bir gün bana, ‘Yavrum çok üzüldüm, oğluna böbreğimi verebilirim’ dedi ya işte o an bu duygunun tarifi hiçbir yerde yoktur. Kan bağın olmayan insanların samimiyeti inanılmaz. 5 yılın sonunda Serkan’ın kemoterapisi bitti, Eylül’de tuttum elinden okula götürdüm, öğretmene, ‘Çocuğum hasta değil, eti senin kemiği benim’ dedim. Çünkü bu hastalığı çocuk yaşta geçiren nadiren insanlardan biriydik. Toplumun bu hastalığa bakış açısı maalesef çok olumsuzdu. Bu yüzden liseye kadar da Serkan geçirdiği hastalığı hiç bilmeden devam etti.

Serkan benimle birlikte hep sosyal sorumluluk projelerinde bulunduğu için merhametlidir, sosyal yönü çok yüksektir. İstanbul’da aldı üniversite eğitimini, matematik okudu. Eğitimi sonrasında da orada kaldı, eşiyle orada tanıştı ve evlenerek Ankara’ya yerleştiler. 6 yıldır orada yaşıyor ve şu an ticaretle uğraşıyor.

Kızım Deren de 1996 yılında doğdu. Deren çok kararlıdır. Z kuşağı ve dolayısıyla hayata bakış açısı çok farklı. Deren’in bakış açısı ve olaylara karşı çözüm önerilerine önceleri ‘aaa’ derdim sonraları ‘Aaaa evet’e döndü, şimdi de ‘haklı’ diyorum. Deren benim yeni nesille aramdaki rehberim, benim vizyonumu açıyor. O da davranış bilimleri, parapsikoloji gibi konulara meraklı. Şu an sosyoloji eğitimi alıyor, tezini de ‘tekno müzik’ üzerine yapıyor.

Çalışma hayatına ne zaman başladınız?

Serkan’ın kemoterapi gördüğü o 5 yılda önce İşletme sonra da Halkla İlişkiler eğitimi aldım. O okula başlar başlamaz da Ekinciler Yatırım Menkul Değerler Şirketinde ‘Dealer’ olarak çalışmaya başladım. Hem kuzenlerimin bankacı olması, onların konuşmalarından hem de araştırmayı, öğrenmeyi seviyor olmam nedeniyle sektöre hâkimdim. Beni mülakata çağırdıklarında da konulardaki hâkimiyetime şaşırdılar. Yaklaşık bir ay İstanbul’da eğitim aldım, burada gelip bir süre çalıştıktan sonra işi bıraktım. Çünkü bu iş bana çok keyif vermedi. Renault İmamkayalı Mazıcıoğlu Plaza yapılıyordu o sıra, ben de halkla ilişkiler birimini kurmak için işe başladım.

1998 yılında SANKO Hastanesinin kafesini işletmeye başladım. Cuma günü aldım işletmeyi, ‘Pazartesi günü açacaksın’ dediler. Hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir konuya hakim değilim. Hastane kurulduktan bir yıl sonra devraldım orayı, 23 yıl oldu. 9 yıl da Galatasaray Store’a danışmanlık yaptım. Bu perakende sektörü de benim için farklı bir deneyim oldu.

Hangi STK’larda bulundunuz?

SANKO Hastanesinin kafeteryasını işlettiğim her an, gurbette hasta yakını olmanın nasıl bir şey olduğunun bilincindeydim hep. Derken o esnada Onkoloji Derneğine gittim ve Pediatri Bölümünü komple yenilettim. Hastaneye kemoterapi odası, etüt merkezi yaptırdım, refakat eden annelere nakış yaptıracak hocalar temin ettim. Diğer yandan Yardım Gönüllüleri Derneği faaliyetleri başladı. Bir süre orada faal olarak bulundum.

Herhangi bir dernek çatısı altında olmadan da çok fazla faaliyetim oldu. Kıyafetler toplayıp çocuk yuvalarına dağıtıyordum. Kız çocukları için kıyafet toplayıp onları Kilis’e götürüyordum. Baktım ev eşyası talebi geliyor, onları temin ediyordum ve derken her türlü ihtiyaca yönelik eşya dağıtır buldum kendimi. Huzurevinde gerçekleştirdiğim faaliyetlerden dolayı inanılmaz bir çevrem ve bilinirliğim olduğu için evime sürekli eşyalar, kıyafetler gelirdi. Dışarıda olsam bile kapıya bırakırlardı. Ben de onları ihtiyacı olanlara götürürdüm. Sosyal yardımlaşma yapmak isteyen birçok insanla aktif bir şekilde dezavantajlı bölgelere ulaştık.

Gönüllülük işi bağımlılık yaratıyor, ben bağımlıyım

Çocuk yuvalarına organizasyonlar yapardım. Deren 5 yaşındayken ‘Doğum gününde yuvadaki çocuklara kafeteryada hamburger partisi verelim mi’ diye sordum. ‘Olur anne’ dedi. ‘Senin hediyen onlara parti olacak’ dedim, kabul etti. Çocuk yuvasını aradım, çocukları davet ettim. Serkan’a da ‘Arkadaşlarını getir, partide siz hizmet edin’ dedim. Ogün çocukların özveriyle çalışmasını görmeliydiniz. Anneleri telefon açtı, ‘Bir bardak suyu odasından mutfağa götürmeyen çocuğumun böyle bir organizasyonda olması bizi çok mutlu etti’ diyerek teşekkür ettiler. O çocuklar için bir

farkındalık oldu. Bazı şeyler sahada yaşanmalı. Bana ‘Nasıl dayanıyorsun’ diye sorarlardı hep. Ben huzurevine ilk gittiğim zamanlar çok ağlıyordum, ağlamak çare değil ki. Amaç birilerinin hayatına dokunmak, onların yüzlerini güldürmek…

Gönüllülük işi bağımlılık yaratıyor, ben bağımlıyım. Huzurevindeki yaşlılarla gönül bağım var. Kafeteryamda ticaret yapıyorum değil mi, size öyle geliyor. Oraya o kadar insan geliyor ki, her yerden. Hastasının başında bazen günlerce, haftalarca bekliyorlar. Onlarla sohbet ediyorum, acılarını paylaşıyorum. Kontrole geldiklerinde yanıma uğruyorlar. Gurbette Hacettepe Hastanesinde aynı duyguları yaşadığım için onların ne hissettiklerini çok iyi biliyorum. Şu an yaptığım her şey bana Allah’ın bir lütfu.

Haydi Kızlar Okula Projesi

2003 yılıydı, Fatma Hanım milletvekili olduğu dönemde bana Haydi Kızlar Okula kampanyasında olmamı teklif etti. GTO’nun salonunda tüm kentin ileri gelenlerini, kurumları, STK’ları topladık, amacımız orada dezavantajlı bölgelerdeki kız çocuklarının okula teşvik edilmesi yönünde pilot okullar seçmek ve tüm STK’lar olarak bu çocuklar için belirlenen eğitim planın ortak yönetilmesiydi. 8 ay çok ciddi bir çalışma yaptık. Özellikle Vatan Mahallesi ve Cinderesinde. STK’ların yanı sıra Milli Eğitim, kaymakamlar, muhtarlar ve cami imamlarının olduğu bir sistemdi bu. Okula gitmeyen 500 kız çocuğu tespit ettik. Resmi nikâhı olmayan anne babaları için de dönemin Valisi Lütfullah Bilgin öncülüğünde stadyumda 1000 kişilik toplu nikâh töreni yaptık.

Yükselen Gaziantep Projesi…

SANKO Okulları Aile Birliği Başkanlığı yaptım. Orada Yükselen Gaziantep projesini hayata geçirdik. O proje ile 3 buçuk yılda 10 bin kişiye ulaştık. SANKO Okulları, Gaziantep Üniversitesi ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yürüttüğü ayağı sağlam basan bir projeydi. Altın Pusula ödülü aldık, daha sonra tüm ülkede uygulanması için örnek proje olarak Milli Eğitim Bakanlığına sunduk.

 Şu an TOBB Kadın Girişimciler Kurulu Başkanısınız, neler yapıyorsunuz?

11 yıl oldu Kadın Girişimciler Kuruluna gireli. 4. dönem başkanıyım. Bu dönem komisyonları azaltarak 4 komisyonla nokta atışı projeler üretme hedefindeyiz. Amacımız daha fazla kadına ulaşmak, daha fazla üretime yönelik sosyal projeler hayata geçirmek. Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan Kadın Girişimciler Destek Merkezi de bu doğrultuda çalışmalarını sürdürüyor. Kadınlarımızın iş hayatında daha fazla yer almasını istiyoruz. Bu yüzden bu projeye büyük önem veriyoruz.

GFK Yönetim Kurulu Üyeliğiniz var bir de…

Evet, Gaziantep Futbol Kulübü yönetim kurulu üyesiyim. Adil Konukoğlu’nun isteği üzerine girdim yönetime. Çünkü daha önce GS Store işletme tecrübemden kaynaklı teklifi sununca kabul ettim. GFK Store mağazamızın açılışı süreci çok yoğun geçti özellikle. 5 ayım İkitelli’de, Bağcılar’da GFK Store ürünleri için araştırma yapmakla geçti. Biliyorsunuz o dönemlerde bizim bir taraftar sorunumuz vardı. Bu anlamda da ciddi bir çalışma yapıp, taraftar çoğaltmaya yönelik sosyal projeler yürüttük. Futbol başarıya endeksli. Hedefimiz takımımızın başarılı olması ve olabilecek en iyi yere gelebilmesi. Şu an da hedefimize ulaşabilmenin taraftarlarımız ile birlikte mutluluğunu yaşıyoruz.

Hayata atılmak isteyen kadınlara ne mesaj vermek istersiniz?

Kadın her şeyden önce özgüvenli olmalı. Kadın toplumda hep arka planda kalmış ancak kadın olmadan üretim, verimlilik olmaz. Kadın aslında en büyük ekonomiyi ve ticareti evin içinde yapıyor. Mutfak giderlerinden tutun da evin diğer giderleriyle de aslında farkında olmadan ilgilenen kadınlar. Kadınlar kendilerindeki gücün farkına varsalar ve herhangi bir alanda üretim yapmak isteseler başaramayacakları hiçbir şey yok. Yeter ki inansınlar. İhtiyaçları olan tek şey cesaret ve güven.

Kendinize düstur ettiğiniz bir söz var mı?

İnsan isterse yapamayacağı hiçbir şey yok. Ama bunu gönülden isteyecek, -mış gibi değil. Kalpten isteyecek, hayal edecek ve çabalayacak. Bu bir zincir, hayatın akışı da böyle zaten…

 Bu hayatta sizi en çok ne üzebilir/ne mutlu edebilir?

Hayatta her şeyi gördüm, yaşadım ve çözüm ürettim. Sorunlara yönelik çözüm odaklı olduğum için hiçbir şeye ‘ah, vah’ demem. Tamam, başımıza geldi der önce bir nefes alırım. Sonrası için adım adım çözmeye yönelirim. Sorunun içinde kalmam.

Şu an yaşadığım her şey benim için mutluluk, aldığım her nefes. Mutluluğun kavramı o kadar göreceli ki. Gözlerimizi açıp hayata baktığımız her an mutluluk sebebi. Ailemiz, dostlarımız, sahip olduğumuz her şey… Mutluluğun tanımı o kadar geniş ki. Şu an sizle bu söyleşiyi yapmak da mutluluk… 

Keyif ve ilgi alanlarınız nelerdir?

Spor yapmayı çok seviyorum, oturma odasını küçük bir spor salonuna çevirmiş bulunuyorum Meditasyon yapıyorum. Araştırmayı ve öğrenmeyi çok seviyorum. Davranış bilimleri ve psikoloji, kişisel gelişim gibi konuları öğrenmekten ve öğrendiklerimi aktarmaktan büyük keyif alıyorum.

Ailenizle birlikte neler yapmaktan keyif alırsınız?

Çocuklarımla beraber olmak en büyük mutluluğum. Çocukların biri İstanbul’da biri Ankara’da, o yüzden birlikte geçirilen vakitler daha da kıymetlendi. Hafta sonları aile büyüklerimle, kardeşlerimle, yeğenlerimle hep beraber geçirilen hafta sonu yemekleri, sohbetleri, onlarla hep bir arada olmak çok büyük keyif. Aile bağları, aile ile birlikte geçirilen her an çok değerli. Paylaşmayı seviyorum. Yemek yapmayı ve yaptığım yemekleri yedirmeyi çok seviyorum. Çağla aşı ve pirpirim aşını güzel yaptığım söylenir. Benim için en güzel terapi yöntemlerinden biridir yemek yapmak.

Bana ‘yalnız ne yapıyorsun’ diyorlar, yalnız değilim. Kendimle çok barışık bir insanım, sabah sporumu yapıyorum, işe gidip geliyorum, kitabımı okuyorum, filmimi izliyorum... Aslında zaman yönetimini bilirsen ve günü iyi kullanırsan bazen gün çok çabuk bile geçiyor.

Hayat mottonuz nedir?

Hayatta önce kendini sev, kendinle barışık ol. Yaşadığın her anın tadını al. Geçmiş geçmişte kaldı, geleceğin kaygısını yaşama. Anda kalıp kendini de sevince dünyanın lezzeti burada.

Yıllar önce bana tiroid kanseri teşhisi konduğunda sadece bir kere ağladım. Gurbette iki ameliyat geçirdim, ardından İstanbul’da atom tedavisi oldum. Herkesten izole bir şekilde tek başıma iki hafta geçirdim. Hastalık geldi, geçti ve bitti. Tüm o süreçte iyileşeceğime olan inancımı hiç yitirmedim. İnsanın pozitif enerji ve motivasyonla her sıkıntının üstesinden geleceğine inanıyorum. İnsan kendini severse hayatı da sever, inanırsa her türlü zorluğu yener. Şimdi ise yaşadıklarımı ve o süreci nasıl atlattığımı hastalıkla mücadele eden insanlarla paylaşarak onları iyileşeceklerine dair motive etmeye gayret ediyorum. Böyle gönül birliği yaptığımız öyle güzel dostluklar edindim ki. İyi ve güzel olan şeyleri paylaşmayı seviyorum.

Sizin için başarılı olmanın sırrı nedir?

İnanmak başarmanın yarısıdır. Bunca yıldır başıma gelen olumlu olumsuz yaşadığım hiçbir şeyde inancımı yitirmedim. Sahip olduğunuz değerlere şükretmek, hedef belirlemek ve ona ulaşmak için akıl ve beden gücümü çok iyi kullandım. Emek olmadan istediğiniz hayallere ve hedeflere ulaşamıyorsunuz.

Güçlü bir karakter misiniz?

Hayata karşı duruşta galiba güçlüyüm. Bu dünyaya bir şekilde geliyoruz ve kader denilen bir olgu var. Olumlu ve olumsuz olaylara ne kadar güçlü durursan o kadar güçlü geçiş yapabiliyorsun. Bu bakış açısını küçük yaşta edindiğim tecrübeler, yetiştirilme tarzımla kazandım diyebilirim. Özgüveni yüksek bir çocuk olarak yetiştirildim. Kendimi rahat ifade edebiliyorum, ne istediğimi biliyorum, önüme çıkan problemleri çok rahat analiz edip çok rahat çözebiliyorum. Sebat etmek, çalışmak, hedefe odaklanmak çok önemli...

Moda ve alışverişle aranız nasıl?

Benim için marka değil, markadan ziyade kendimi içinde iyi hissettiğim kıyafetler önemli. İnsanın kendini iyi tanıyıp ona uygun giyinmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kendimi rahat ve güvende hissettiğim her yerden alışveriş yaparım. Yeri gelir marka yeri gelir pazardan alırım. Yakışabilecek, her ortamda giyilebilecek ürünler tercihimdir. Bana göre varlığını tarzıyla belirleyen insanlar kendini seven ve kendine güvenen insanlardır. Ben de farklı kıyafetleri harmanlayıp kendi tarzımı yaratmayı tercih ederim. Takım elbise almak yerine kombin yapmayı severim. Gardırobumda 20-25 yıldır bulunan kıyafetlerim vardır.

Tatil anlayışınız nedir? Ne tür tatilleri seversiniz?

Dinlenmek üzerine kuruludur benim tatil anlayışım. Doğayı çok seviyorum. İkisini bir araya getirdiğimde benim için tatil odur.

 

Sosyal Medyada Paylaş
GÜLŞAH SERT
Ekli Görseller