Yükleniyor...

O kadar çok şeye özlem duyuyorum ki

15 Ocak 2020

Gaziantep’in dünden bugüne geleneklerini göreneklerini, kültürünü, sosyal hayatını ve merak ettiğimiz pek çok konuşmak için Mukaddes Sürer’in evine konuk olduk. Gaziantep’in ilk diş hekimlerinden Hasan Sürer’le 65 yıl önce hayatını birleştiren Mukaddes Hanımın ‘Gelinçi’ başta olmak üzere düğün geleneklerine dair anlatımlarını ilgiyle okuyacaksınız.

Mukaddes Hanım kendinizden bahseder misiniz?

1940 doğumluyum. Babam ben doğmadan önce işleri nedeniyle Mersine yerleşmiş. Ben evlenene kadar orada yaşadık. İki kız kardeşiz, ablamla aramızda 13 yaş var. Uzun aradan sonra doğunca beni nazar değmesin diye çok sakınmışlar, bebekliğim de çok güzelmiş. Babam benden sonra erkek çocuk istemişti ancak kısmet olmamış.

Annemi 37 yaşında, kalp krizinden kaybettik. Ben 7 yaşındaydım, ablam da lisede okuyordu, öyle bir perişanlık oldu.

 Ailenizden bahseder misiniz?

Babam Baydarlardandı, Baydar Sinemasını bilirsiniz… Soyadı kanunu çıkınca soy ismini Gök yaptırmış, İbrahim Gök, annem de Emine Hanım. Ablam liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmişti bir sene. Annem yazın ölünce devam etmedi, evin ve benim bütün sorumluluğumu ablam aldı. Bir yıl sonra babam evlendi, Naciye Ertaş’tı evlendiği hanımın adı. Babamın evliliğinden bir yıl sonra da ablam evlendi, karı koca memurlardı tayinleri çıkınca Zonguldak’a gittiler. Tüm akrabalarımız Antep’te olduğu için yazları Antep’te geçiriyorduk. Kışlık hazırlıklarımızı yapıyorduk babam bizi almaya geliyordu. Üvey annemin evi Bakır Müzesi’nin olduğu o eski Antep eviydi. Ben evleninceye kadar her sene o eve geldik. Babamın büyüdüğü ev de Karagöz’de geniş hayatlı bir evmiş.

 Mukaddes Hanım nasıl bir öğrenciydiniz?

Ben çok çalışkan ve öğretmenlerin sevdiği bir öğrenciydim, sınıfın birincisiydim. En büyük hayalim okumak, doktor olmaktı. Ablam da ben de çok çalışkan ve zeki çocuklardık. Halamın oğlu yani eşim beni istediği için babam beni bir ev hanımına yarayacak şeyleri öğrenmem düşüncesiyle enstitüye yazdırdı. ‘Okuyacağım’ diye çok direndim ama enstitüye gittim, orada da birinciydim ve sevilen bir talebeydim, sevilen bir arkadaştım.

 Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, aileniz sizi nasıl yetiştirdi?

Babama ‘hoca efendi’ derlerdi. Yapıcı ve çok iyi bir insandı. Kimin sorunu olsa babama gelir, babam o soruna akılcı bir çözüm getirir insanları rahatlatırdı. Babam çalıştığı için eğitimimle üvey annem ilgilenirdi. Disiplinli, becerikli bir kadındı, muhitinde çok sevilirdi. Şehit çocuğuymuş, annesinin karnındayken daha babası şehit olmuş. Hem zekâsıyla hem bilgisiyle kendi kendini iyi yetiştirmişti. Adını yazamazdı ama büyük bir kitaplığı vardı. Türk yazarların olsun dünya klasikleri olsun bulduğu her kitabı okurdu. Öğleden sonra iki saat annemle okuma saatimiz olurdu. Disiplinli büyüdüm, okuldan iki dakika geç kalsam balkona çıkıp beklerdi. Ben onu üvey anne olarak görmedim. O da beni çok severdi, saçımı tararken canım acımasın diye çok dikkat ederdi. Bir dediğimi iki etmezdi, çok mutlu bir aileydik.

 10 yaşındayken bana iyi yetişmem için görgü kuralları kitabı okutmuştu. Şimdiki gibi her yere her kıyafet giyilmezdi. Sabahları ya da öğleden sonra ne giyilmesi gerektiğini, sofra adabını, yemek yeme kurallarını her şeyi öğretti annem bana. Sofraya hep birlikte oturulur yemek yenilirdi, ayaküstü bir şeyler kesinlikle yenmezdi.

Benim çocuklarım da öyle büyüdü, babaları işten geldiğinde hep beraber yenilirdi yemekler. Her şeyi birlikte yer içerdik… Bir arada olmak, sohbet etmek, o kültürü almak güzel şeylerdi, ben bunların yok olmasına üzülüyorum ve göremiyorum artık.

 Anneniz güzel yemek yapar mıydı?

Tabii çok güzel yemek yapardı. O zaman evlerin hiç birinde fırın yoktu. Annem bülbülyuvasını bile yapar, çarşı fırınına gönderir, pişirtirdi. Tüm yemekleri tek başına yapar misafirlerini, babamın arkadaşlarını ağırlardı.

 Antep’in gelenekleriyle çok içli dışlı yetiştirildiğinizi söylediniz… Anlatır mısınız?

Ben Antep’in adetlerini, ananelerini dolu dolu yaşadım. Çok dikkatli izlerdim özümsemek ve öğrenmek için… Özellikle hamamlar bir saltanattı. Hamamdan bir gün önce evde temizlik yapılırdı. Yüze ve saça kolayca sürülebilsin diye kil önceden ıslatılırdı, o kil cildi de saçı da yumuşacık yapardı. Bir gün önceden hamama haber gönderilirdi. Hamama gidilecek gün natır gelir hazırlanan bohçaları hamama götürürdü. Bohçada temiz çamaşırlar, havlu, peştamal, meşrefeler, sabun, kil leğeni, tarak, kanaviçeler olurdu. Ayrıca yiyecekler de götürülürdü. Natıra para verilirdi, o da bohçayı hamama taşır, ayrılan yere yerleştirirdi. Bohçayı taşıyan kadınlara natır, sizi yıkayana da kayme denilirdi. Kayme dediğimiz kadın, sizin her yerinizi keseler güzelce yıkardı. Ona da ayrıca para verilirdi. Ara verilir yanınızda götürdüğünüz yiyecekler, meyveler yenilirdi. Tam bir keyifti o. Herkes birbirini hamama davet ederdi. Masrafları davet eden karşılardı, ikramlıklar, yemekler getirir hamama davet ettiği misafiri en iyi şekilde ağırlardı. Bir de kadınlar hamama gittiğinde evin beyi eşini o gün mutfağa sokmaz, yemeği dışarıda yaptırırdı. Benim babam da biz hamama gittiğimizde dışarıdan getirtirdi yemeği.

 GELİNÇİ’DEN ÖNCE HAMAMA GİDİLİRDİ

Gelinlik kız düğünden birkaç gün önce muhakkak hamama gitmeliydi. Düğünden önce gelinçi yapılır gelinçiden önce de kız evi tarafından gelin hamamı yapılırdı. O hamama kız evi yakın akrabalarını çağırırdı. Kız kıza yapılan bir şeydir o. Çalarlar, oynarlar, eğlenirler. Şimdi de yapılıyor bu adet. Eskiden oğullarını evlendirme niyetinde olan anneler kız görmek için özellikle hamama giderdi. Kızın evine gitseler ve beğenmeseler ayıp olurdu. O nedenle oğullarına kız bakmak için hamama giderlerdi, kızı orada beğenirlerse isterlerdi.

Yahudi komşularımızda da varmış öyle bir gelenek. Hamamların içinde başka bir bölümde dik bir küvet gibi küçük havuz olurdu, Yahudi genç kızlar evlenmeden önce 7 kadının şahitliğinde oraya girer temizlenirlermiş.

 Evlilik süreciniz nasıl gelişti? Nasıl tanıştınız?

Eşim Hasan Sürer halamın oğluydu. Babamla halam birbirlerine çok düşkündüler. Akrabalarımız eşimle beni birbirimize çok yakıştırırlardı. Annem öldüğü sene 7 yaşındaydım, taziye için Antep’e gelmiştik. O sırada bir kere görmüştük sadece eşimle birbirimizi. Sonra yıllar geçiyor tabi aradan…

 Eşim Ankara’da askerliğini yaparken dişçilik de yapıyormuş. Karşı evde oturan bir kızı beğeniyor. Ailesine haber veriyor, ‘Gelin bu kızı isteyin’ diyor. Ailesi hatırı için kalkıp Ankara’ya gidiyor ama gönülleri hiç yok. ‘Biz sana bu kızı istemeyiz, dayının kızını isteyeceğiz’ diyorlar. Eşim de onun üzerine, “Hiç görmedim Mukaddesi, yaşı da küçük’ diyor. ‘Beğenirsin’ diye ikna ediyorlar, o kızı istemiyorlar. Eşim o arada komutana, ‘ailem çok baskı yapıyor, gidip kızı görmem gerekiyor, izin verir misiniz’ diyor. Komutan izin verince kalkıp Mersin’e geliyor. Babamın haberi olmadan enstitünün kapısında beni beklemeye başlıyor. Müdire Hanımın dikkatini çekiyor bu, bakıyor üstü başı da düzgün. Hademeyi gönderiyor, “Git sor bakalım kimmiş öğren” diyor. Hademe eşimin yanına geliyor ve ‘Beni Müdire Hanım gönderdi, kim olduğunuzu soruyor’ deyince eşim Müdire Hanımın yanına gitmek istiyor. Müdire Hanıma, ‘Mukaddesi kardeşime alacaklar, kendisi hiç görmediği için çok merak ediyor. Göreyim ki kardeşime referans vereceğim’ diyor. Nasıl göstereceğiz diye düşünürlerken bir çözüm buluyor Müdire Hanım ve ‘Birazdan konuştuğum öğrenciye iyi bak’ diyor. İki öğrenciyle konuşuyor ama eşim her ikisini de beğenmiyor. Müdire Hanım eşimin yanına gelip ‘Mukaddes bugün okula gelmemiş’ deyince eşim, “Benim bugün muhakkak onu görmem lazım’ diyor. Bunun üzerine Müdire Hanım ‘Bana güven, Mukaddes kaçırılacak bir kız değil, çok akıllı, öğretmenlerine de çok saygılı bir öğrenci, git evinde gör’ diyerek eşimi bizim eve yönlendiriyor.

 Ben de o sırada hastayım, evde yatıyorum… Babam elinde yemeklik malzemelerle eve gelip, “Hasan geldi, yemek hazırlayın eve getireceğim’ dedi ve gitti. Biz o arada annemle mutfağa girdik yemek hazırladık. Hasan’la babam çıktı geldi. Gelirken Ankara’dan yüzükle kol saati almış. Adını koyacak ki kimse yaklaşmasın bana. Kırmızı kadife bir elbise giymiştim. Çok heyecanlandım çok da beğendim. Nitekim o da beni beğenmiş yüzüğü taktı ve Ankara’ya geri döndü. 12 yaşındaydım. Benim enstitüyü bitirmem kendisinin de askerliğini yapması, işini kurması sonrası düğün yapılması kararlaştırılmıştı. Ben de 17 yaşında olacaktım o zaman.

 Ablam bunu duyunca ‘kardeşim okuyacak’ diye kıyametleri koparttı ama eşim ablamla tanışıp ikna etti. Annem Hasan’la evlenip yanlarında oturmamızı çok istiyordu. Görümcem eşime annemin bu istediğini iletmiş, eşim de ‘Benim annem babam da yaşlı, onların da bize ihtiyacı var, kesinlikle olmaz’ diyerek reddetmiş. Görümcem bunu ablama, ablam da anneme söylüyor… Bunun üzerine annem nişanı bozdu, bana getirilen hediyeleri de geri gönderdi. Annem bana çok düşkündü, bir dediğimi iki etmezdi, evlendikten sonra yanından ayrılmama gönlü razı olmuyordu. Aileler bu konuda bir türlü anlaşamıyordu, eşim de vazgeçmek istemiyordu. Araya kim girdiyse ikna edemedi, böyle böyle aradan 3 yıl geçti.

 AŞK EVLİLİĞİYDİ BİZİM EVLİLİĞİMİZ

Bir akşam evde oturuyoruz kapı çaldı, bahçeden açılan kapıydı, ‘Kim o’ dedim ‘Ben Hasan’ dedi. O arada ablam bizdeydi. Senede birkaç kez izin günlerinde gelirdi. Meğerse Hasan, ablama, ‘Bana sürekli birini buluyorlar evlendirmek istiyorlar. 3 senedir huzursuzluk yaşıyoruz, son kez cevap verin’ demiş. Ablam da bunun üzerine, “ben babamlara gidiyorum, bu işin olmasını istiyorsan sen de gel’ diye telgraf çekince Hasan çıkmış bize gelmiş. O gece annem kararlı bir şekilde ‘Bizde sana verilecek kız yok, hem kız da istemiyor’ dedi. Nişanlım da, “Gidin Mukaddes’e sorun, istemiyorsa şu kapıdan çıkıp gideceğim” deyince ablam yanıma geldi, “Hasan gidecek, istiyor musun istemiyor musun” diye sorunca, “istiyorum abla” dedim. Ben istediğimi söyleyince annem de bir şey demedi, tüm çeyizimi olması gerektiği gibi hazırladı. Ailesi apar topar geldi, 3 günde yıldırım nikâhı kıyıldı, yazın da düğünüm yapıldı. 1955 yılıydı. Aileler vazgeçti biz vazgeçmedik, aşk evliliğiydi bizim evliliğimiz.

 Düğün Antep’te mi yapıldı?

Damat tarafı kalabalık bir şekilde Mersin’e geldi benim çeyizimi alarak Antep’e döndü. Antep’e dönünce 15 gün halamın evinde kaldık. Evleri Karagöz’deydi. Eşimin muayenehanesi de oradaydı. Düğüne çok az bir vakit vardı, Halep’ten gelen bir kumaş vardı. Bir baktım eşim düğün hazırlıklarında lazım olur diye dikiş makinesi almış getirmiş, Antep’te yoktu o makineden. Başka bir halamın kızıyla gelinliğimi birlikte diktik.

 Kız alma, çeyiz yapma ve düğün adetlerinden bahseder misiniz bize?

Kız istenip söz kesildikten sonra nişan yapılırdı. Nişanlarda damat evi nişanlı kızın evine ‘konfor’ yapardı. Yani hediyeler yapar kızın evine götürülürdü.  Düğün hazırlıkları aşama aşamaydı ve bir hayli teferruatlıydı.

 Yatak biçme yapılırdı

Damat evinin kadınları kız evine gelirdi. Evler geniş hayatlıydı. Evin hayatına örtüler serilirdi, yaşlı kadınlar oturur oğlan evinin getirdiği kumaşları keser biçerlerdi. Geline verilecek olan yün yatakları, yorganları, yastıkları hazırlarlardı. Pamuk yorgana cüdele denilirdi. Yorganların yüzüne saten nakış nakış işlenirdi. O gün hazırlıklar yapılırken, yemekler yenir, ikramlar yapılır oğlan evinden gelen misafirler en iyi şekilde ağırlanırdı.

  Çeyiz yerleştirilirdi

Aynı hafta içinde kız evi oğlan evine çeyiz asmaya giderdi. Gelinle damada bir oda verilirdi, o odaya gelinin akrabaları tarafından çeyizler yerleştirilirdi. Daha ziyade gelinin işlediği oda takımları, sehpa takımları gibi nakışlar serilirdi. Yatak düzülürdü, yemek takımları ve büfe eşyaları yerleştirilirdi. O esnada kız evi çeyizle ilgilenirken erkek tarafı yemekler hazırlardı. Gelin evi de en iyi şekilde ağırlanırdı.

 DÜĞÜN GÜNÜ ‘GELİNÇİ’ YAPILIRDI

Tüm bu hazırlıklar tamamlanınca ‘Gelinçi’ olurdu. Benim Gelinçim Çağlayan Saz Gazinosunda yapılmıştı. Kadınlara yönelik çalgılı, müzikli düğünlere ‘gelinci’ denilirdi. Kız ve erkek tarafının kadınlarının davet edildiği düğün eğlencesiydi. Sahnesi olan bir salonda yapılırdı bu eğlence. Sahnenin önüne beyaz bir perde çekilir, arka tarafına erkek çalgıcılar otururdu. Perdenin önünde de kadın bir çalgıcı otururdu. Kadınlar, genç kızlar oynarlar, çibikçiler de oynayanlara tempo tutarlardı. Oyun oynayanlar hangi oyun havasının çalmasını istiyorlarsa kadın çalgıcıya söylerlerdi. Genç kızlar birkaç elbise hazırlatır, bohçayla gelinciye götürür, o elbiselerin hepsini giyerdi o akşam. Davetliler kuruyemiş, içecek, meyve, yemek gibi ikramları evlerinden götürürdü. Müzik çalanlar ara verdiğinde herkes ikramlıklardan yerdi. Bazı düğünlerde erkek tarafının gençleri gelinciye gelir bir fasıl oynarlardı. Öğlen saatlerinde toplanan davetliler akşamüzeri dağılırdı evlerine.

 Akşam olduğu gibi gelin damadın akrabaları tarafından gelinçiden alınır ve gelinin olduğu eve getirilirdi. Gündüz hamama giden damadı giydirmeye hoca ve arkadaşları gelirdi. Damat dualar eşliğinde düğün kıyafetini giyerdi. Hoca dualar okur, damadın arkadaşları da maniler, şiirler okurdu. Sonra hep birlikte camiye yatsı namazına gider dua ederlerdi. Arkadaşları damadı, gelinle baş başa kalacağı eve bırakır dağılırdı. Diğer taraftan hoca bir hanım da geline odasında dualar eşliğinde namaz kıldırır, hazırlardı. Sonra gelinle damat bir araya getirilirdi.

 Ertesi gün düğün yemeği verilirdi

Gelinin evindeki düğün yemeğine iki tarafın akrabaları çağrılır, kadınlara yönelik olurdu. Koyunlar kesilir, pilav ayrı sulu yemek ayrı pişerdi. Evin hayatına uzun masalar kurulur yemekler yenir, gençler oynardı. Ona da düğün derlerdi, düğün yemeği yenilirdi.

 Gelin görme ve çeyiz altı olurdu

Düğünün ardından 15 gün boyunca gelin görmeye, çeyiz bakmaya gidilirdi. Gelin o süre boyunca gelinliğini giyer misafir karşılardı. O eve tanıyan tanımayan herkes girip çeyize bakabilirdi. Sonrasında da gelinin ailesi gelinle damadı el öpmeye çağırırdı. Kimisi bu daveti yemekli yapardı bazısı meyve ya da tatlıyla yapardı. Damadın akrabalarından dileyenler de el öpmeye gittiğinde gelinle damada eşlik ederdi. Bu vesileyle gelin ve damadın ailesi kaynaşırdı. El öpmeye gidildiğinde gelinin ailesi çifte bir hediye verirdi. Ailemin bana hediye ettiği saat hala duvarımda asılıdır.

Daha sonra da damadın ailesi de gelinin ailesini çeyiz altına davet ederdi. Çeyiz toplanmadan önce yapılırdı bu davet. Kızın babası ilk defa o vesileyle kızın yaşadığı eve gitmiş oluyordu.

O dönemde akrabalar damat evi düğün yemeğinde kullansın diye destek olmak için ya koyun alır gönderirlerdi ya pirinç ya da yemeklik başka şeyler. Kimisi de para verirdi. Şimdi altın hediye ediliyor ya o dönemler böyleydi.

 Eşinizden bahseder misiniz?

Eşim Hasan Sürer Gaziantep’in ilk diş doktorlarındandı. Ondan bahsetsem kitap olur. Vefat edeli 7 sene oluyor, 58 sene evli kaldık. O seneler boyunca başımızı yastığa bir kere bile küs koymadık. Evlendiğimizde bana iki şey tembihlemişti… Birincisi, “Küs kalmayacağız, aklına estikçe annenin evine gidip, kocam beni getirir demeyeceksin. Eğer gidersen bu eve bir daha geri gelemeyeceğini bilerek gideceksin ’ derdi. Eskiden küsüp babasının evine giden gelinlerin evine minnetçiler gider, ailenin büyükleriyle konuşur ikna ederlerdi. Eşim bu durumu hiç tasvip etmezdi. Bir de ‘Sözümü dinlersen senin için yapamayacağım şey yoktur’ derdi. Evlendiğimde yaşım o kadar küçüktü ki şimdi düşünüyorum da o kadar doğru hareket etmiş ki. Mutfak ve ev işlerinde, çocuk yetiştirmede o kadar tecrübesizdim ki. Kendi her şeyi tek tek öğrenip bana öğretti. Eşim benim hayat öğretmenim oldu her konuda. Kendisinden çok razıydım. Hem çok otoriterdi, karakteri çok düzgündü. Hiç kimseye kötülüğü olmamıştır.

Eşim çok kıymet verdi bana…Ben hayatımda hiç çamaşır yıkamadım. Çamaşır makinesi yoktu o zamanlar. Eşimin vaadiydi, ‘merak etme sana iş yaptırmam, çamaşırları yıkatırım, temizliği yaptırırım’ demişti. Yardımcımız haftada bir temizliğe gelirdi bir gün de çamaşır yıkamaya gelirlerdi.

 EVLİLİĞİMİZİN TEMELİ SAYGIYA DAYALIYDI

Birbirimize çok severdik ama saygı her şeyden önemliydi. Onun sözünü çok dinlerdim çünkü hep benim ve ailemizin menfaatini düşünürdü. Vefat edene kadar, ‘Bugünkü aklım olsa yine seninle evlenirdim, ben çok mutluyum’ derdi. Kimsenin yanında beni rencide etmezdi. Ailesine çok düşkün bir adamdı.

 Kaç çocuğunuz var, onları yetiştirirken nelere dikkat ettiniz?

4 çocuğum, 8 de torunum var. Şu gün olmuştur ne onlar bana saygısızlık etti ne ben onlara. Ben ailemden öyle gördüm, çocuklarım da öyle yetişti. Evlendiğimizin ertesi yılı 1956’da büyük çocuğum İbrahim Sürer, bir sene sonra kızım Selma Kanalıcı, iki buçuk sene sonra diğer oğlum Ahmet Sürer doğdu. 20 yaşımda üç çocuk annesiydim. En küçük çocuğum 13 yıl sonra dünyaya geldi, Arzu Nakıboğlu. Eşim çocuklarımızın en iyi şartlarda okumasını isterdi. Çok disiplinliydi, ben çok rahattım çocuklar üzerinde otorite kurmazdım. Eşim müziğe çok düşkünmüş ama hiç fırsatı olmamış. Çocukların müzikle ilgilenmesini isterdi hatta akordeon almıştı ama çocuklar istekli değildi.

 Eşinizle birlikte neler yapmaktan keyif alırdınız?

Eşimle kısa seyahatlere çıkmayı çok severdik. Seyahat programlarımız önceden belli olurdu. Senede bir ay tatil yapardık, gezmeyi çok severdi. Arabayla Antakya’ya, İskenderun’a, Arsuz’a, yakın mesafelere giderdik sık sık. Arsuz’da sonradan ev yaptırdık. Pazar günlerinde evde oturmayı hiç sevmezdi. Muhakkak dışarı çıkıp ailece gezmek isterdi. Herkesin arabası olmadığı için başkalarını da gezmeye götürürdü. Ailece çocuklarla birlikte haftanın üç günü sinemaya giderdik, dışarı yemeğe çıkardık.

 Hayır, yararına yapılan baloları kaçırmazdı

Eşim özellikle yardım amaçlı düzenlenen balolardan bilet alıp, destek olmaya özen gösterirdi. Özel kıyafetler diktirir birlikte giderdik ama ben çok sevmezdim gece davetlerini. Hiçbir konseri kaçırmazdık. Örneğin Yaşar Özel gelir, saatlerce şarkı söylerdi, herkes hayranlıkla dinlerdi. Antep’in şehir tiyatro gurubu vardı, tiyatro gösterilerini hiç kaçırmazdık. Arkadaşlarımızla oyun gruplarımız vardı, bir araya gelip vakit geçirmeyi çok severdik.

 Kabul günlerine ne zaman başladınız?

Evlendiğimde hemen kabul günleri yapmaya başladım, ayda iki defa kabul günüm vardı, hala devam ettiriyorum. Günümüzde bu geleneği sürdüren çok kimse yok çünkü bizim dönemde kabul günü yapan hanımların kimisi vefat etti kimisi de hasta.

 Peki, sahreler nasıl olurdu?

Çok güzel olurdu… Birkaç aile bir araya gelir Kavaklığa, Erikçe’ye, Oğuzeli’ne giderdik. Sonrasında bağ evi yaptırdık, her pazar oraya gitmeye başladık. Kahvaltımızı öğlen ve akşam yemeğimizi yer eve dönerdik. Bize öyle keyifli gelirdi ki orası. Her seferinde farklı misafirlerimizi götürürdük. Bizi kışın eve davet ederler biz de eve davet edince, ‘biz yazın bağa geliriz’ derlerdiJ.

 Bayramlar nasıl geçerdi?

Özel hazırlıklar yapılırdı, hazırlıklar günler öncesinden başlardı. Evler temizlenir, gümüşler parlatılır, ikramlıklar, yemekler hazırlanırdı… Eşim çocukları alır sabah namazına götürürdü. Kayınvalidemle birlikte mutfağa girer, evin erkekleri bayram namazından dönene kadar yemekleri hazırlardık. Ramazan bayramında kahvaltıda yuvarlama yenilirdi muhakkak. Yanına nakışlı aş dediğimiz şehriyeli pirinç pilavı ve zerdeli sütlaç yapılırdı. Sonra büyüklere bayram ziyaretlerine gidilirdi. Gelen misafirler karşılanırdı. Hatta üç çocuğumuzun ikisini ziyarete beraberimizde götüreceksek birini evde bırakırdık ki eve gelenleri karşılasın. Kimsenin kapıdan geri dönmesine gönlümüz razı olmazdı. Sırayla tüm çocukları beraberimizde bayram ziyaretlerine götürürdük.

 Geçmişe dair en büyük özleminiz nedir?

O kadar çok şeye özlem duyuyorum ki… Eskiden insanlar çok daha mutlu ve neşeliydi. Şimdi zengini de fakiri de mutsuz, hastalık çok, her şeye yetişmek istiyoruz. Şimdi kanaat yok, eskiden bir evde kaç aile otururdu, şimdi büyük evler bile insanları tatmin etmiyor. Bazı şeylere sahip olmak için hayatın güzelliklerini kaçırıyorlar. Bizim zamanımızdaki değerler yok oluyor, şimdi ki çocuklar bu değerlerden mahrum büyüyorlar.

 Antep işi yaptınız mı?

Evet, çok iyi yapardım ben Antep işini. Annem işlerken seyrederek öğrenmiştim. Hatta şu an evimde annemin çeyizime hazırladığı Antep işleri serilidir. Kendi yaptığım sarma işini de hala kullanırım. Çok hassas bir işleme çeşididir o da. 10 yaşındaydım öğrendiğimde. Anne ve babamla misafirliğe gittiğimizde işimi de yanımda götürür işlerdim. Şu an yapan da çok kalmadı sayılır, hazırları satılıyor, meraklı olanlar alıp kullanıyorlar.

 Siz o yıllarda kışlık hazırlıklarınızı nasıl yapardınız?

Komşuların hepsi bir araya gelirdi, yardımlaşarak kışlık hazırlıkları yaparlardı. Şehriye yapılırdı. Reçeller yapılır, simit yıkanır, patlıcan biber kurutulur, salçalar yapılır. Hem sohbetler edilir hem de hazırlıklar kısa sürerdi.

 Kılık kıyafetler nasıldı? Özel günlerde özen gösterilir miydi?

Eskiden herkes modayı takip ederdi. O yıllarda şehrin merkezi Atatürk Bulvarıydı, biz de Gaziantep Lisesinin karşısındaki İkizler apartmanında oturuyorduk. Şehrin ileri gelenleri de orada oturuyordu. Balkonumuzu her gün yıkar akşamüstü oturur çay keyfi yapardık. Herkes o caddede yürüyüşe çıkar ya da oradan geçerdi. O caddeden geçenleri izleyerek modayı takip edebilirdinizJ. Bir dönem etek boyu herkeste aynı olurdu. Şimdilerde rahat diye pantolon giyiyoruz ama o yıllarda kadınlar hep etek giyerdi. Rahatlıktansa şıklık ön plandaydı. Mantoların boyu başka bir kış uzaması gerekiyorsa herkes mantosunun altına farklı renklerde şerit attırırdı. Erkekler de kadınlar da şapka takardı. Yakalarımıza şapkalarımıza uygun çiçekler yaptırır takardık. Balolar için özel kıyafetler diktirirdik, ayakkabımızı da özel yaptırırdık. Hem enstitüde okuduğum için dikiş nakışa yetenekliydim, hem meraklı ve yetenekliydim o nedenle çok özenirdim kıyafetlerime. Ben bir gün önceden ertesi gün gideceğim yere uygun kıyafeti seçer, hazırlardım.

 Fotoğraflar sizin için ne ifade ediyor? Sık sık bakar mısınız?

Çok severim fotoğrafları, nazarımda çok değerlidir. Ara ara çıkarır bakarım, eski günlerimizi yâd ederim. Ara ara konuştuğum da olurJ. Eşim de fotoğraflara aşırı meraklıydı. Her yıl evlilik yıldönümümüz olan 15 Haziran’da ailece hazırlanır Foto Yavuz’a gider fotoğraf çektirirdik. Albümlerim eşim nasıl hazırladıysa öyle durur hala. Evleneceğimizin kesinleştiği tarih de 1 Mart’tır, Her 1 Mart’ta da Mersin’e giderdikJ.

  Ablam ben evlenirken bana şu nasihatte bulunmuştu, “Eşine asla ismiyle değil ‘Hasan Bey’ diye hitap et. O bir saygı göstergesidir. Buna tanık olanlar hem size saygı gösterir hem de onlara iyi bir örnek olursunuz.”

Sosyal Medyada Paylaş