Yükleniyor...

Yazmak büyük bir özgürlük

17 Ocak 2025

Kısa öykülerden oluşan ilk kitabı Veda’dan sonra romanı Verda’yı bu yıl kitapseverlerle buluşturan eğitimci-yazar Nilüfer Köylüoğlu ile yazarlık serüvenini ve Verda’nın hikayesini konuştuk.

Yazmanın kendisine çok iyi geldiğini ifade eden Nilüfer Köylüoğlu, yazarken eğlendiğini ve kendisini özgür hissettiğini anlatıyor.  

 

Nilüfer Hanım sizi kısaca tanıyabilir miyiz? 

Eğitimciyim. Esas mesleğim öğretmenlik. Ankara Gazi Eğitim İngilizce Bölümü mezunuyum. Gaziantep Kolej Vakfı Lisesinin 20 yıl aradan sonra tekrar kuruluşunda ve Özel SANKO Okullarının kuruluş aşamalarında kurucu yöneticilik yaptım. 1998 yılında kurduğum yurt dışı eğitim danışmanlığı şirketim NİL Uluslararası Eğitim Organizasyonunda çalışmalarıma devam etmekteyim. Şimdilerde, yurt dışı eğitim danışmanlığım sürerken kitap da yazıyorum. Üç kızım, üç torunum var. 

 

Verdâ kitabınız bu yıl raflarda yerini aldı. Var mı bir çıkış hikayesi? 

Ben her zaman yazan bir insandım. Bazen duygularımla ilgili küçük notlar alır, olaylar karşısında fikirlerimi yazardım. 2000’lerin başında bir sohbetimiz sırasında bunları, yine bir Gaziantepli olan çok değerli çocuk kitapları yazarı Seza Kutlar Aksoy‘la paylaştığımda, “Nilüferciğim sen roman yazsana” dedi bana. “Ben mi roman yazacağım” dedim, gülüştük. Sonra yıllar içinde notlarım çoğaldıkça, yazdıklarımı bir kurgu etrafında toparlama ve bir kitap yazma fikri oluşmaya başladı. 

 

Çalışmalarınız ne kadar sürdü? Hazırlık aşamasından bahseder misiniz?  

“Kitaba başladım, şu kadar zamanda bitirdim” diyemem çünkü bunlar bazen birkaç yıl arayla yapılan çalışmalardı. O dönemde Özel SANKO Okullarında genel müdür yardımcısıyım, yurt dışı eğitim danışmanlığı işim yoğun olarak sürüyor, aktif bir çalışma hayatım var; dolayısıyla zamanımı tamamen kitap yazmaya vakfedecek bir durumda değildim. Ama hobi olarak fırsat buldukça kitabın üzerinde çalışıyordum. O yıllarda öğrenci değişim programları yönetiyordum ve yılda birkaç kez Amerika’ya gitmem gerekiyordu. Bu çalışmaları en çok da Amerika uçuşlarımda yapıyordum. Pandemi ile beraber bütün o yazdıklarıma odaklanmam için zaman oluştu. Yine pandemi sırasında hoş bir tesadüfle bir yazı atölyesine katıldım ve o atölyede yazmakla ilgili çok şey öğrendim. Şunu belirtmem gerekir ki yeteneğiniz olsa dahi yazmak, yazdıkça gelişen bir şey. En azından benim için öyle oldu. Verdâ üzerinde uzun zaman çalıştım ve bazı konular üzerinde yazabilmek için titizlikle araştırmalar yaptım. Bazen bir tek satırı hatasız bilgiyle yazabilmek için birkaç uzmanla görüştüğüm olmuştur.  Şarap konusunun işlendiği bölümleri yazmadan evvel birkaç ay şarap kursuna gittim. Evet, babamın şarap fabrikası olmasından dolayı şarap yapımının içinde büyümüştüm ama yine de şarabın inceliklerini bilmek başka bir şeydi. Bunun için kursa katıldım. Sonra, hikâyenin geçmesini planladığım ama bilmediğim bölgelere gittim, oralarda gözlemler yaptım. Mesela Mürefte ve Şarköy hiç bildiğim yerler değildi; gittim, kaldım, oralarda insanlarla konuştum. Kitap tabii ki bulunduğum coğrafi bölgelerden, mekânlardan, karşılaştığım insanlardan, olaylar karşısında hissettiklerimden, gözlem ve izlemlerimden çok öğe taşıyor ki bu çok doğal. İçinde bulunduğum farklı kültürlerdeki gözlemlerim tabii ki ilham verdi. Karakterlerin bazılarında karşılaştığım bazı insanların özelliklerini kullandım. Örneğin saçı, boyu, yüzündeki bir iz gibi ancak karakterler hep kurmaca, öykü de öyle. Lise yıllarında Amerika’da okumuş olmanın ve o kültürü ve sıradan Amerikalıların hayatını yakından izleyebilmiş olmanın verdiği o iç görü iyi bir kaynak oldu tabii ki. Pandeminin bitiminde ve yazdıklarımın okurla paylaşılabilecek duruma geldiğini düşündüğüm noktada bir editörle çalıştım, kitabı yayınevlerine ulaştırdık. Remzi Yayınevi kitabı basılmaya değer buldu ve VERDÂ 17 Nisan 2024’de okuyucularla buluştu. 

 

İmza günleri düzenleyip Verdâ’yı kitapseverlerle buluşturuyorsunuz. Nasıl geçiyor, ilgi nasıl?  

Verdâ okuyucuyla buluştuktan sonra Temmuz ayının başına kadar Remzi Kitabevi’nde en çok satan ilk on kitap arasında yer aldı; hatta uzunca bir süre ilk üçteydi. İkinci baskısını da yaptı ve şu anda da ilgi devam ediyor, istikrarlı bir talep var. Tabii okuyucu beni yazar olarak yeni keşfediyor, dolayısıyla okuyucu kitlesi de yeni yeni oluşuyor. Kitabımı okuyanlar beğenisini iletiyor, bu çok mutluluk verici bir şey. İmza günleri hoş oluyor, okurlarımla buluşmak çok keyifli. İstanbul’daki bir imza günümde hoş bir anım oldu. Yeşilköylü bir okurum, köşklerin adını söyleyerek “Nilüfer Hanım siz şu köşkte mi yoksa bu köşkte mi oturuyordunuz?” diye sordu. Çok güldük birlikte, pek gerçekçi bulmuştu anlatımımı. Oysa ben Yeşilköy’de geçen bölümleri yazmadan evvel sadece birkaç gün butik bir otele dönüştürülmüş eski bir köşkte kalmıştım ve karşılaştığım eski Yeşilköylülerle konuşmuştum.   

 

İsmi neden Verdâ, var mı bir anlamı ya da hikayesi? 

Bu soruya cevap vermeden önce kitabın ismi ile bağlantı kurulmaması için şunu belirtmek istiyorum. Bu kitap benim hayat hikayem değil. Bu bana çok soruluyor o yüzden, açıklık getirmek isterim. Kitapta gerçek olan bir konu var; onu da kitabın “Sevgili okur” bölümünde yazarak belirttim. Kitabın ismine gelince “Verdâ” ben doğduğumda amcam rahmetli Mustafa Köylüoğlu’nun bana konulmasını önerdiği bir isimmiş annem söylemişti. Sadece söylenişi kulağıma hoş geldiğinden karaktere isim düşünürken ‘Verdâ olsun’ dedim, o kadar. Sonra öğrendim ki Verdâ gül, aşk, insan anlamlarına geldiği gibi yiğitlik anlamına da geliyormuş. Bu da romanın karakteri ile oldukça uyumlu oldu doğrusu. 

 

Kitabınızın verdiği en önemli mesaj nedir? 

Kitabın aslında her aşamasında farklı mesajlar var diyebilirim. Hani bütününe baktığınızda tek mesaj taşıyan bir kitap değil. Her karakter üzerinden ayrı bir mesaj alınabilir. Her okuyucu farklı bir karakteri seviyor ya da onunla özdeş duygular yakalıyor, karakterin yaşadıklarından kendine bir mesaj çıkarmış oluyor. Kitabın her okur için farklı bir noktadan dikkat çektiğini ve insanlarda farklı düşünce ve duygu pencereleri açtığını gözlemliyorum okurlarla konuştukça. O yüzden, bir tek mesajı var diyemeyeceğim. Kitap bir dönem kitabı; 60’lı yılların Türkiye’sinde başlıyor, 90‘ların ortasına kadar bir zamanı kapsıyor. O dönemin Türkiye’sindeki pek çok şeyi gözleyebildiğiniz hatta o dönemin dünyasında teknolojik olarak sahip olunan ya da olunmayan pek çok şeyin izlerini taşıyor. 

 

Yazmak size ne hissettiriyor? 

Yazmak çok sevdiğim bir şey, bunu kesinlikle söyleyebilirim. Yazarken kendimi iyi hissediyorum. Yazmak büyük bir özgürlük çünkü ne isterseniz kurgulayabiliyorsunuz. Ne bileyim, bir karakterin saçının kısa ya da uzun olmasına karar vermekten tutun da ağlayacak mı gülecek mi ona bile siz karar veriyorsunuz. Bunlar kurgulama sürecinde eğlenceli adımlar, hepsini düşünüp bir araya getirirken güzel zaman geçiriyorum. Eğleniyorum yazarken. 

 

Yeni kitap projeniz var mı? 

Yeni bir kitap projem var. Şu anda mekan, gözlem, izlem ve araştırma aşamasındayım. Konusuyla ilgili şimdilik bir şey söylemeyeceğim. Tabii şunu da eklemek gerek Verdâ benim ilk romanım ama aslında ikinci kitabım. İlk kitabım kısa öykülerden oluşan VEDA’dır. O kitabımı kaybettiğim kızım Ayşe’ye ithaf etmiştim, adı onun için Veda’dır. Kitapların isim benzerliği biraz kaçınılmaz oldu çünkü ben romanımın adını VERDÂ olarak kızım henüz hayatta iken koymuştum. 

 

Burada okur-metin etkileşimi konusunda bir şey daha eklemek istiyorum. Öykü kitabımda dokuz öykü var. Kitabı her okuyan bir başka öykü için “En çok bunu sevdim, en çok bundan etkilendim” dedi. Dolayısıyla yazar, hangi duygularla yazmış olursa olsun, okurun kitapla buluşma noktası okurun duyguları. O kendi duygularının referans noktasından hareketle algılıyor yazdıklarınızı. Her okur bambaşka tatlar alabiliyor ve yazdıklarınız her bir okurda bambaşka duygular çağrıştırılabiliyor. O yüzden siz her ne düşünerek yazmış olursanız olun yazdıklarınız okurun duygu ve düşünceleri doğrultusunda bir etki alanı açıyor ve yaratıyor. 

Sosyal Medyada Paylaş
GÜLŞAH SERT
Ekli Görseller